Bu cümle, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’na ait. İlk duyduğunuzda bir dil sürçmesi gibi geliyor
BU BİR AKIL TUTULMASIDIR
“Taksim Bizim Vazgeçilmezimizdir, O Yüzden 1 Mayıs’ta Kadıköy’deyiz”
Bu cümle, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’na ait. İlk duyduğunuzda bir dil sürçmesi gibi geliyor. Bir çelişki, bir mantık hatası… Ancak ne yazık ki bu, sadece bir dil hatası değil; bir yön kaybının, bir zihinsel dönüşümün ve belki de tarihsel bir kopuşun işareti.
DİSK, kurulduğu günden bu yana statükoya karşı direnişi, işçi sınıfının öz örgütlenmesini ve hak arama mücadelesini simgeleyen bir yapıydı. 1970 Büyük İşçi Direnişi’nde tanklara karşı yürüyen işçiler, bu sendikanın çatısı altında birleşti. Taksim, işte bu mücadelelerin kalbinde yer aldı. 1977’de 34 emekçinin katledildiği meydan sadece bir alan değil, bir hafıza taşıyıcısıdır. Taksim, işçi sınıfının yasıdır, öfkesidir, inancıdır. Ve en önemlisi, Taksim işçi sınıfının hakkıdır.
Bugün bu hakka sahip çıkmak yerine “vazgeçilmez” diyerek vazgeçmek, sadece tarihsel bir çelişki değil, aynı zamanda DİSK’in devrimci kimliği adına da büyük bir talihsizliktir.
Bu açıklama, iktidarın yıllardır uyguladığı “makul muhalefet” politikalarının DİSK saflarında etkisini gösterdiğini kanıtlar nitelikte. Taksim’de 1 Mayıs yapmak sadece bir mekân talebi değil, aynı zamanda siyasete, iktidara, düzene karşı açık bir meydan okumadır. DİSK’in tarihsel kimliği de bu meydan okuma üzerine inşa edilmiştir. Peki bugün ne görüyoruz?
Taksim “simgesel olarak” sahipleniliyor ama fiilen terk ediliyor. “Orası bizimdir” denilip Kadıköy’e geçiliyor. Bu bir geri çekiliş değil, bir teslimiyetin, bir uyumlanmanın ilanıdır. Bu dil, artık iktidarla çatışmaktan korkan, mücadeleyi sokaktan salonlara taşımaya razı olan bir çizginin dili. Oysa işçi sınıfı, hakkını salonlarda değil meydanlarda kazanır. Tarih bunun ispatıdır.
DİSK’in geçmişine sahip çıkmak, sadece nutuk atmakla olmaz. Eğer Taksim gerçekten bir “vazgeçilmez” ise, o zaman orada olmayı göze almak gerekir. Tıpkı 2007’de, 2010’da, 2013’te yapıldığı gibi… Tıpkı gaz yemeyi, cop yemeyi, gözaltına alınmayı göze alan on binlerce işçinin yaptığı gibi.
Bugün DİSK'in önünde iki yol var: Ya sistemin izin verdiği kadar muhalif olan, ehlileştirilmiş bir sendika olarak anılacak; ya da yeniden o eski devrimci damarına sahip çıkarak, fiili-meşru mücadele hattına geri dönecek. Arzu Çerkezoğlu’nun açıklaması ne yazık ki ilk yola işaret ediyor.
Ancak işçi sınıfı hafızasını kaybetmez. Taksim’i terk edenler, onu hatırlayanlar tarafından hatırlatılır. Bugün belki bir bariyerle, bir TOMA’yla geçilemeyen o meydan, yarın işçilerin örgütlü gücüyle yeniden açılır. O zaman kim nerede durmuş, kim neyi “vazgeçilmez” saymış ama gerçekte neyi terk etmiş, hepsi kayıtlara geçer.
1 Mayıs Taksim’dir. Taksim’den vazgeçmek, 1 Mayıs’tan da DİSK’in tarihinden de vazgeçmektir.
DİSK’in bu yıl Taksim’e yönelmemesi, bu yönelimsizliği ise üst perdeden “sahiplenme” söylemiyle yumuşatma çabası, ne yazık ki devrimci sendikacılık adına talihsiz bir geri adımdır. Bu sadece bir mekândan feragat değil; bir tarihsel kimlikten, bir mücadele geleneğinden ve en önemlisi, fiili-meşru direniş hattından vazgeçiştir.
Oysa ki aynı günlerde başka bir yerde bambaşka bir tablo izledik izlemeye de devam ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi, 19 Mart sonrasında Meclis’te gösterdiği iradeyi sokağa taşıyarak, ülkenin dört bir yanında dikkat çekici bir örgütlülük, kararlılık ve cesaret sergiledi. Hatay’da, Soma’da, Ankara’da, Çağlayan’da, adliye önlerinde, meydanlarda… CHP, yıllardır "sokağa inemez", "devlet refleksini aşamaz" denilen bir anlayışı yıkarak, Gençlerin, halkın ve işçi sınıfının sesi olma iddiasını sahaya taşıdı.
Bu gelişme, bir başka gerçeği daha gözler önüne serdi: Sokak, doğru örgütlenirse kazanılır. İktidarın baskı araçları, kararlı bir siyasal irade ve halk desteğiyle geri püskürtülebilir. CHP’nin gösterdiği bu performans, DİSK’in “vazgeçilmez” diyerek terk ettiği Taksim’i neden hâlâ kazanamadığının da cevabıdır aslında.
Bugün DİSK’in önünde net bir tercih vardır: Ya geçmişin onurlu direnişlerini bir anma törenine, bir pankart ritüeline dönüştürerek statükoyla uyumlu hale gelecek; ya da yeniden o sokakların, meydanların gerçek sahibi olduğunu hatırlayıp ayağa kalkacaktır. CHP’nin yarattığı bu yeni siyasal eylem dili, sol ve emek cephesine, özellikle de DİSK gibi tarihsel yükü büyük yapılara bir ayna tutmaktadır.
Çünkü artık herkes görüyor: Taksim'e gitmek sadece bir talepten ibaret değildir; gitmemek ise bir tercihtir.
Bu tercihin ne anlama geldiğini işçiler, gençler, kadınlar, emekliler çok net bir şekilde okuyor. Eğer bir sendika, “vazgeçilmez” dediği yere gitmiyorsa; gitmeye cesaret edenler, meydanı onun adına da dolduracaktır.
1 Mayıs yaklaşıyor. Taksim hâlâ kapalı. Ama umut açık, irade açık, örgütlenme arzusu açık. CHP gibi, sokakta yürümekten, direnmekten çekinmeyen siyasal partiler bu boşluğu doldururken; DİSK’in neyi “vazgeçilebilir” saydığı artık sadece işçilerin değil, tüm toplumun sorusudur.
Ve şunu unutmayalım:
Meydanı terk edenler unutulur. Direnenler, hatırlanır.
İşçi sınıfının sınıf sendikası olarak adını tarihe direngenliği ile yazdıran DİSK gittikçe sarı sendika unvanını TÜRK-İŞ ten alacak gibi davranıyor.
Birleşe Birleşe Kazanacağız. Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz.