Sanırım 1991 yılı idi. O dönemde bayisi olduğum Türkiye’nin en büyük beyaz ve kahverengi eşya üreticisi firmanın daveti üzere, Almanya’nın Berlin şehrinde her yıl bir hafta süre ile açık olan ‘’Elektro teknik fuarı’’ na zi
Beni ve daha birkaç bayilerini bu fuara Şirket üst düzey yetkilileriyle birlikte yeni model ürünleri seçmek üzere, heyet olarak götürmüşlerdi.
Fuarı gezerken ‘’Niye biz kendi markamızla yokuz?’’ diye sormuştum. Şirket genel müdürünün yanıtını hala üzüntüyle hatırlıyorum. ‘’İlker bey, biz aslında bu fuara katılmak istedik, ama bizim Türkiye’deki üretimimizde lisans ortağımız olan Japon firma’nın yetkilileri ‘’Sizin kendi markanızla bu fuarda ne işiniz olabilir? Fuarlar yeni modellerin, teknolojilerin sergilendiği yerlerdir. Siz ise bizim geliştirdiğimiz ürünleri birkaç yıl geriden üretip Ülkeniz pazarlarında satıyorsunuz.’’ diye yanıtlamış. Bu acı ama gerçek durum karşısında söylenecek bir şey yoktu.
Ama, şimdi neredeyse çeyrek asır sonra ben gazetelerin ekonomi sayfalarında, televizyonların ekonomi programlarında yayınlanan haberleri gördükçe mutluluktan havalara uçuyor gibiyim.
Çünkü, artık aynı fuarda,( ismi ‘’Berlin teknoloji fuarı’’ olmuş), sadece o dönemde benim bayiliğini yaptığım firma değil, onlarca Türk firmasının kendi geliştirdikleri yeni teknolojik ürünleri, kendi yerli markalarımızla teşhir ettiklerini, ziyaretçilerin en büyük beğenilerini kazandıklarını okuyor, duyuyor, gururla iftihar ediyorum.
Tabii, bu noktaya kolay gelinmedi. Üretimle birlikte AR-GE’nin ve inovasyon çalışmalarının geliştirilmesine öncelikle firmaların bütçelerinden ciddi paylar ayrıldı, daha sonra da Dünya ile yarışabilir ürünleri kendi teknolojimizle üretebilir hale getirmeyi başardık.
Türkiye, 25 yılda belki sosyal, siyasal ve hukuksal olarak istenilen düzeyde gelişme sağlayamamış, hala pek çok eksiği olan bir Ülke konumundadır. Evet; bu konularda maalesef geri kaldık ama Türk insanının çalışkanlığı, zekası ve organizasyon yeteneği ile neleri başarabileceğini de Dünya’ya göstermiş olduk. Öbür meseleleri de kendi aramızda birbirimizi anlamaya çalışarak halledebileceğimizi düşünüyorum. Türkiye’nin biraz daha zamana ihtiyacı olabilir. Karamsar olmamaya, geleceğimizi hep birlikte, Yüce Atatürk’ün dediği gibi ‘’Muasır medeniyetlerin üzerinde’’ inşa etmeye gayret etmeliyiz.
25 yıl öncesini Berlin’de yaşamış ve bu günleri görmüş bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak başaracağımıza tam olarak inanıyorum.
Beni bu noktada cesaretlendiren tabii ki sadece bu fuarda sergilenen gelişmeler değildir. Üretim gücümüzün, başta AR-GE çalışmalarında faaliyet gösteren mühendislerimiz olmak üzere, emekçilerimizin disiplinli çalışmaları ile geldiği nokta, özellikle sanayi ürünlerinde ihracattaki başarılar, iş adamlarımızın dışarıya mal satma becerilerine paralel ekonomik büyüme performansımız, hepsi birlikte değerlendirildiğinde, umutlarımızın arttığını görebiliyoruz.
Türkiye, büyük bir hızla gelişmesini sürdürüp her yönüyle medeni Dünya’nın itibarlı bir Ülkesi olma yönünde yol almalıdır.
Kendimize olan güveni asla kaybetmemeli, eksiklerimizi ve yanlışlıklarımızı tamamlayıp düzeltme çabalarımızı sürdürmeliyiz.
Beğenmediğimiz siyasal iktidarı, asla darbelerle değil, seçimlerle değiştirebilmeliyiz.
Demokrasiye olan inancımızı sergilemeli, gerektiğinde siyasal ve ekonomik paylaşım modeli değişimini barış içinde, seçimlerde siyasi tercihlerimizi doğru kullanarak gerçekleştirmeliyiz.
Evet; yapılacak daha çok işimiz, gerçekleştirilecek siyasal dönüşümlere ise büyük ihtiyacımız vardır.
HAYDİ TÜRKİYE!