AKP ve Cemaat olarak tanımlanan, “Gülen Hareketi”nin birlikte oluşturdukları iktidar bloğunun dağılması ve rakip konumuna gelmesi ülke gündemini oluşturmaya devam etmektedir.
Bu ayrışma ve rekabet kodlarının iyi okunması, geleceğimizin şekillenmesi açısından önem taşımaktadır.
AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından itibaren, aynı kökten (Nur Hareketi’nden) beslenen iki ayrı İslami oluşum, “Milli Görüş” ve “Gülen Hareketi” iktidar olma ve devlet kadrolarını oluşturma konusunda mutabakat ve işbirliği içine girmişlerdir.
Esasında bu işbirliği bir mecburiyetten de kaynaklanmıştır. Gülen cemaati geçmiş dönem içinde eğitim konusuna öncelik vermiş, açtığı okullar ve yurtlar kanalıyla, “Türk-İslam” ideolojisine bağlı bir kadro yetiştirmiştir. Ayrıca, küresel sistemi benimsemiş, dünya genelinde okullaşmaya gitmiş, girişimcileri uluslar arası ticarete özendirmiş, kendi ideolojisi doğrultusunda bir sermayedar sınıfının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu nedenle, AKP iktidar döneminin ilk yıllarında, cemaatin beşeri ve uluslararası ilişki deneyimine ihtiyaç duymuş, talep etmiş ve değerlendirmiştir.
AKP ilk iktidar döneminde, meşruiyet kazanmak ve sistem içinde var olma hedefi doğrultusunda Gülen Cemaati ile yoğun işbirliği yanında, AB projesine ağırlık vermiş, üyelik müzakerelerine ivme kazandırmış, neo-liberal politikaların uygulamalarını içtenlikle benimsemiştir. ABD ve Batı devletlerinin öngördüğü şekilde ılımlı İslam kimliği yanında, laiklik ilkesini kabullenmiş, batının değerleriyle uyumlu bir yönetim örneği sergileyerek, Orta-Doğu ve İslam ülkelerine model olabilecek bir ülke profili sergilemiş ve güven vermiştir.
2007 yılında yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçim krizinin erken seçime gidilerek sonlandırılmasını takip eden sürecin sonunda, vesayet kavgasında yeni bir aşamaya gelinmiştir. Ergenekon adı verilen eylemle ilgili Balyoz, Devrimci Karargah, KCK, Şike gibi torba davalarla çok sayıda tutuklamalar yaşanmıştır. Özellikle, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı rahmetli Türkan Saylan’ın gözaltına alınması, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın yazdıkları bir kitap nedeniyle tutuklanmaları söz konusu davaları kamuoyunda tartışılır kılmış, meşruiyetine gölge düşürmüş, cemaatin yargı ve emniyetteki gücü sorgulanmaya başlanmıştır.
İktidar bloğunu oluşturan iki güç arasındaki kamusal alandaki ilk çatışma, “Mavi Marmara” olarak tanımlanan süreçte yaşanmaya başlanmıştır. Bu olayda, Milli Görüş geleneğinden gelen kadrolarla, Fetullah Gülen cemaati arasında , İsrail’e karşı uygulanacak politika konusunda farkı duruş nedeniyle ayrışma ortaya çıkmıştır. Küresel sistem içindeki islami bir sivil toplum imajı nedeniyle Gülen Cemaati , ABD ve Batı’nın İsrail konusundaki hassasiyetine özen göstermiş, AKP’ye aykırı pozisyon almaktan kaçınmamıştır.
Ülkemizdeki büyük kırılma, 2010 halk oylamasıyla yaşanmış, AKP ve gülen cemaati’nin yoğun işbirliği sonucu yasalaşan anayasa değişiklikleri ile vesayet rejiminin araçları ortadan kaldırırken, gülen cemaatinin yargıdaki gücü artırılmış, demokratik reform adı altında, yeni bir vesayet sistemine zemin hazırlanmıştır.
Kürt sorununun çözümü konusunda da farklı çözüm önerilere sahip olan ve çözüm konusunda PKK kadroları ile görüşmeyi onaylamayan Gülen cemaati , bu duruşunu, kendine bağlı yayın organları kanalıyla kamuoyuna deklere etmiştir. Oslo’da yapılan MİT-PKK görüşmesinin basına sızdırılması, bu bağlamda, yeni bilgi ve delilerle ulaşılması nedeniyle, savcılık kanalıyla 5 kişilik MİT heyeti hakkında 7 Şubat 2012 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Türkiye tarihinin en önemli siyasi krizlerinden biri yaşanmaya başlamış, yapılan bir kanuni düzenlemeyle, MİT elemanlarının ifade vermesi Başbakan’ın iznine bağlanmış, sorun çözülmüştür.
İktidar olma ve devleti yönetme konusunda taraflar arasında (hükümet-cemaat) ortaya çıkan güç kavgası kamuoyu önünde yaşanmaya başlanmıştır. Gezi olaylarının arkasında da cemaatin olduğu şüphesi güç savaşını daha da kızıştırmış, karşılıklı salvo ateşleri medya üzerinden sürdürülmüştür. Tüm yaşanan olumsuzlukları faturası hükümetçe, “PARALEL DEVLET” suçlamasıyla gülen cemaatine çıkarılmış, hizmet hareketinin kamudan tasfiye süreci başlatılmıştır.
AKP hükümeti cemaat ile boşanma süreci içerisinde, ilk planda dershaneleri kapatarak, gülen cemaatinin para, insan ve devlet bürokrasisine kadro yaratan güç kaynağı olan eğitim sektöründeki ağırlığına darbe vurmuştur. Ayrıca cemaatle bağlantılı finans, sermaye ve basın kuruluşları takibe alınmış, terör örgütü kurma savıyla gazeteciler düzeyinde tutuklanmalar yaşanmıştır.
Dershaneleri kapatılması sürecinde, şiddetlenen savaş sonucu savcılıkla hazırlanan soruşturma dosyaları gereği , 17 Aralık sabahı dört bakan ve yakınlarını kapsayacak şekilde çok sayıda kişi yolsuzluk süreci kapsamında gözaltına alınmıştır. Bu sürecin devamında, başta HSYK olmak çok sayıda yasal düzenlemeler marifetiyle ve nihayetinde TBMM yapılan oylama sonucu bakanların yüce divanda yargılanma yönü AKP oylarıyla engellenmiştir.
Boşanma süreci n sonucunda , gülen cemaati özgürlükçü, demokrat, hukukun üstünlüğü, bireysel hak ve özgürlüklerden yana sivil toplum kuruluşu imajını parlatmaya çalışırken, AKP kendi öz kimliği olan Milli Görüş felsefesine dönüş sinyalleri vermeye ve otoriter bir tutum takınmaya başlamıştır. Bu genel politik duruşunu ise, “Yeni Türkiye” vurgusuyla sloganlaştırmıştır.
Çoğunluk oylarından alınan güçle ve milli iradenin egemenliği savını ileri sürerek; İslami referans alan doğrultuya savrulma, moderniteyi kendi anlayışıyla yorumlama, eğitim sistemini ve Diyanet işlerinin bu doğrultuda değerlendirme ve otoriter (yeni siyasi deyişle: İLLİBERAL DEMOKRASİ) bir yönetim tesis etme çabaları, ABD ve Batı’nın AKP’ye çizdiği misyona da uygun düşmemektedir. Keza, İspanya ile birlikte yürütülen “Medeniyetler İttifakı Projesi”nin askıya alınması ve görüşme tarihi verilmemesi bu yaklaşımın doğal bir uzantısını oluşturmuştur.
Ülkemizin huzurlu ve uyumlu bir geleceğini n vazgeçilmez ana paydası yeniden yorumlanacak olan laiklik prensibidir. Farklı etnik köken ve inanç gruplarının kamuda görünür kılınması sağlanmasıdır. Bu bağlamda; Diyanet, bir sivil toplum kuruluşu veya vakıf haline getirilmelidir. Ayrıca, bir alevi diyaneti kurulmalıdır. Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Ademimerkeziyetçi bir yönetim anlayışına geçit verilmelidir. Yeni bir neo-liberal karşıtı ekonomik model öngörülmelidir. İleri demokrasi ilkeleri hayata geçirilmelidir. Bu bağlamda, yeni bir anayasa yapma ihtiyacı toplum önüne konulmalıdır. Bu konuda politika oluşturabilecek, konsensüs anlayışına geçit verebilecek bir siyasi partinin ancak ülkemiz geleceğine yön verebileceğine, birlikte var olabilmeyi olanaklı kılacağına inanmaktayım.
Saygılarımla