Gezi olayları ile başlayan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları ile devam eden sürecin AKP iktidarı açısından nasıl bir sonuç doğuracağı kamuoyunda tartışılmaktadır.
AKP’nin yaşananları; paralel devlet yapılanması, dış ve iç mihraklara bağlaması veya faiz lobisi ile ilişkilendirme gayretleri sonuç verecek midir? Yoksa AKP açısından yıpranma ve iniş sürecinin başladığı, giderek siyasi gücünü yitirdiği iddiaları mı gerçeklik ifade etmektedir. Gelin sağlıklı bir analize olanak verecek şekilde süreci irdelemeye çalışalım.
Ekonomik Gelişmeler ve Göstergeler :
AKP iktidar olduğu 2002 yılından itibaren, koalisyon hükümetinin yürürlüğe koyduğu, Kemal Derviş’in yürüttüğü IMF programını sahiplenerek, küresel sisteme entegre olma yolundaki engelleri aşarak, AB’ye tam üyelik sürecini başlatarak, yabancı sermaye girişine olanak sağlayarak, ekonomik gelişmeye ivme kazandırdığını kabul etmek gerekmektedir.
2008 küresel finansal krizden sisteme dahil tüm ülkeler etkilenmiş, dünya genelinde, mali , finans ve reel sektörlerin çökmesini önlemek, küresel krizi engellemek için, ABD Merkez Bankası (FED) piyasalara likidite enjekte etmeye başlamıştır. Bollaşan likidite, gelişmekte olan ülkelere yönelmiş, bu suretle, anılan ülkeler kalkınma hamlelerini sürdürmeye devam etmiştir.
2013 yılı itibariyle (FED)’in parasal daralmaya yönelmesi, likiditeyi kısmaya başlaması karşısında; iç tasarrufun yetersizliği nedeniyle, dış kaynağa dayalı büyüme modelimiz, yüksek cari açık vermemiz nedeniyle ekonomide kırılganlığı artırmış, krize girme ihtimalini doğurmuştur. (TL)’nin değer kaybetmesi, faizlerin yükseltilmesine neden olmuştur. Uygulamanın, enflasyon riskini artıracağı, büyümeyi olumsuz yönde etkileyeceği, gelir dağılımı daha da adaletsiz hale getireceği, toplumsal huzursuzluğa neden olacağı öngörülmektedir.
Gezi ve 17 Aralık olayları AKP iktidarına yönelik toplumsal algının olumsuz yönde değişmesine, ekonomik ve sosyal politikalarının daha fazla mercek altına alınmasına neden olmuştur. Yaşananlar; siyasi iktidarın bürokraside yandaş kadro oluşturması yanında, kamu kaynaklarının dağıtımı esnasında şeffaflık ilkesine uymadığı, ekonomik kriterler yerine, siyasi tercihini öne aldığı, kamu bankalarını bu amaçlar doğrultusunda kullandığı, yandaş medya ve sermaye grubu oluşturmaya çalıştığı anlaşılmıştır.
AKP iktidarı yaptığı sayısız değişikliklerle, “İhale Kanunu” etkin bir kurum olmaktan çıkarmış, ihale sisteminin esasını oluşturan şeffaflık ve eşitlik uygulamasına son vermiş, siyasi tercih kaygısını öne çıkarmış, hükümete olan güven iç ve dış çevrelerde sarsılmıştır. Kayıt dışı ekonomide başarılı olunamamış, vergi reformu yapılamamış, gelir dağılımında adalet sağlanamamıştır. OECD bünyesinde kara para ile mücadele kapsamında yapılan değerlendirmede, ülkemizin gri bölgede yer alması söz konusu uygulamaların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Siyasal ve Sosyal Gelişmeler;
Osmanlı İmparatorluğu döneminden itibaren başlayan batıya açılma ve modernleşme (I ve II nci Meşrutiyet) hamleleri , “Modern Türkiye Cumhuriyeti” nin doğuşuna neden olmuştur. Bu bağlamda, çeşitli hükümetlerce 1960’tan itibaren (AET) ve (AB)’ye dahil olma gayretleri bir devlet politikası haline dönüşmüş, bugünkü aşamaya gelinmiştir.
AKP hükümetinin ilk yıllarında bu ideali devam ettirme çabaları, kendilerini “Muhafazakar-Demokrat “tanımlama gayretleri toplum tarafından kabul görmüş, sistemde kendine alan açmıştır. Son yıllarda ise, askeri vesayetin geriletilmesi, yargısal dönüşümün sağlanması ve kendilerine olan güvenin pekişmesi sonucu, özel yaşam alanlarına müdahale çabalarına, muhalif sermaye grupları ile sivil toplum kuruluşlarına yönelik baskıcı uygulamalarına, özgürlükleri kısıtlama gayretlerine, ana akım medyayı kontrol etme heveslerine tepki birikimi, gezi olaylarına neden olmuştur. Yaşanan olayları orantısız güç kullanarak bastırma gayretleri ise, ülkemiz iç barışına darbe indirmiştir.
Yasal dinlemeler sonucu ortaya saçılan rüşvet ve yolsuzluk suçlamalarını örtbas etmeye yönelik olarak tasarlanan, “İnternet Yasası” ve “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)” nu yeniden tanzim etme çabaları, basını kontrol etme gayretleri , demokrasi sistemimize darbe olarak tanımlanmış, iç ve dış çevrelerde ülkemizin otoriter bir rejime sürüklendiği endişesini pekiştirmiştir.
Küresel ekonomik sistemin işleyişi ve AB standartları; hesap verirlilik ve şeffaflık ilkelerini, yargı bağımsızlığını, hukukun üstünlüğünü, siyasi erkin kamu kaynakların dağılımı esnasında, otokontrol işlevini görmek üzere özerk kuruluşlarını esas almakta, bağımsız medya düzenini, bireysel hak ve özgürlükleri sistemin temeli olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle hükümet uygulamaları, küresel sistem tarafından kabul görmeyeceği gibi, üyelik statüsünün devamını zora sokacaktır. Alternatif olarak, Rusya liderliğinde oluşan, “Şangay Beşlisi” olarak tanımlanan organizasyona dahil olma tercihi ise, ülkemizin 200 yıllık yürüyüşüne ters düşecek, toplumca kabul görmeyecektir.
Dış Gelişmeler;
2000’li yıllarda ABD ve batı bloku, siyasal İslamı radikal islamın alternatifi olarak düşünüyor, Türkiye laik, modern ve Müslüman kimliği ile Ortadoğu ülkeleri nezdinde model ülke olacağı varsayılıyor, İslami referanslarla beslenen AKP’nin iktidar olmasını bir şans olarak değerlendiriyordu.
Komşularla sıfır sorun politikası ile işe başlayan iktidarın, başlangıçta iyi götürdüğü politikası,” Arap Baharı” ile sekteye uğruyor, Mısır, Suriye, Filistin, Libya gibi ülkelerde faaliyet gösteren Müslüman kardeşlerle birlikte politika üretme ve lider olma hevesi, tarafsızlık konumunu sekteye uğratıyor, orta doğuda yaşanan karmaşaya mezhepsel boyutu ile taraf olma tercihi ise, ülkemizi saygın ve tarafsız konumundan uzaklaştırıyordu.
Başta Mısır olmak üzere (Tunus hariç) demokratik yollarla iktidar olan İslami kadrolar, toplumun tümünü kucaklayacak, farklılıklar içinde birlikte yaşayacak bir birliktelik sağlamakta başarılı olamamışlar, ülkelerini iç karmaşaya sürüklemişlerdir. Bu fiili durum, “Siyasi İslam”ın geçerli bir formül olduğu konusunda batı çevrelerinde şüphe uyandırmış, ülkemizin model olma konumu tartışılmaya başlanmıştır.
Kategorize ettiğimiz nedenlerden ötürü, AKP iktidarının misyonunu tamamladığı, sonun başlangıcına geldiği kanaatini pekişmiştir. Yaşananlar ve küresel gelişmeler karşısında, toplumun tümünü kucaklayacak, sentez arayışlarına cevap verecek nasıl bir iktidar alternatifi oluşturulması gerektiği düşüncemize ise, bir sonraki yazılarımızda yer vereceğiz.
Saygılarımla,
Cavit İnam,