Son birkaç haftadır televizyonlarda diğer reklamlardan oldukça farklı içerikli ARÇELİK reklam filmi yayınlanıyor.
Neden farklı?
Çünkü yerli bir markanın Dünya markası haline gelmesi ve bununla ilgili büyük bir başarı hikayesinin anlatılması izleyenleri derinden etkiliyor, adeta bu başarının içinde katkı sağlamış kişi hüviyetine sokuyor.
Kim bilir; belki de herkes bu kadar etkilenmiyor olabilir. Ama ben şahsen bu reklam filmiyle her karşılaştığımda, bundan neredeyse çeyrek asır önce yaşadığım bir olayı hatırlıyor ve bu gün Arçelik markasının geldiği noktayı görünce gururlanıyorum.
Şimdi izninizle 90 lı yılların başlarında yaşadığım bir olayı sizlere detaylı olarak anlatmaya çalışacağım:
Yaşı müsait olanlar bilecektir, o yıllarda gümrük birliğine Türkiye’nin girmesi kamu oyunda tartışılıyordu. Özellikle de bir şekilde ticaret ile uğraşanlar bu konudaki tartışmaları yakından takip etmeye çalışıyorlardı. Zira; alınacak olan kararlardan doğrudan etkilenmeleri söz konusuydu.
O dönemlerde ‘’İthal İkamesi’’ denilen gümrük rejimi uygulanıyordu. Yani; Türkiye’de üretilen her hangi bir ürünün yurt dışından ithal edilmesi yasaktı ve bütün ihtiyaçlar yerli üretimle karşılanmaya çalışılıyordu. Tabii bunun doğal sonucu olarak, gümrük duvarları ile korunan yerli sanayi, dış rekabetten, kalite kaygısı, tüketici memnuniyeti vs. gibi konulardan uzak ‘’Ne üretilirse, nasıl üretilirse satılan’’ bir sanayi modeliyle yerinde sayıyordu. Bunun neticesi, kaçak satılan ithal ürünler, ekonomimize büyük tahribat yapıyor, daha da ötesi yerli sanayimiz bir türlü gelişemiyordu. Ticari alanda ise, yasalara uygun davranan,kayıt dışı iş yapmayan düzgün firmalar haksız rekabete maruz kalıyorlardı. Tüketiciler ise, kaçak girişi yapılan ürünleri bazen satın almak durumunda kalıyor, hem Devletin vergi gelirlerinden mahrum kalmasına sebebiyet veriyor, hem de garantisiz, yedek parça ve servis imkanı olmayan ürünleri kullanmak zorunda kalıyorlardı.
İşte böyle bir ortamda, Arçelik, dayanıklı tüketim malları alanında o dönemin Türkiye’deki en büyük yerli üreticisi olarak hem ‘’İthal ikamesi’’ modeliyle korunan üretici firmasıydı,hem de kaçak girişlerden dolayı haksız rekabete maruz kalan ‘’mağdur yerli üretici’’ firma durumundaydı.
1995 yılı önemli bir karar alma yılıydı. Gümrük birliğine giriş anlaşması yapıldığında, Arçelik artık gümrük duvarlarıyla korunamayacaktı ve hayati derecede önemli kararların alınması gerekiyordu. İki şık vardı: Ya firma bir Dünya devine satılacaktı, ya da yeni döneme uygun yapılanmaya gidilecekti. Yani üretim teknolojileri geliştirilecek, Araştırma Geliştirme harcamalarına bütçeden büyük pay aktarılacak, Dünya ile rekabet edilebilecek büyüklüğe gelmenin yolları aranacaktı. Tabii ki kolay olanı birinci şıktı. Ama Arçelik firmasının bağlı olduğu grubun başında da Vehbi Koç vardı. Vehbi bey ve ortakları ile aile fertleri çok önemli bir karar vermenin arefesindeydiler.
Şimdi sizlere anlatacağım olay, işte tam da bu dönemin başlangıcındaydı.
Sanırım 1994 yılı sonundaydı. Her yıl rutin olarak yapılan ‘’ARÇELİK’’ bayiler toplantısına o sene olağanüstü önem veriliyordu. Şirketin geleceğini etkileyecek kararların alınmasından önce üretici/satıcı firmaların bir araya geldiği bu toplantıda, Vehbi Koç daha önceki yıllarda rastlanmayan bir şekilde, bayilerin konuşmacı oldukları panel öncesi bir konuşma yapmış ve bu toplantının çok önemli olduğunu, Şirketin devamının burada anlatılacakların ışığında değerlendirileceğini söylemiş ve ‘’Aynı şeyleri tekrar etmekten kaçının. Müdürlere iltifat etmeyi bırakın. Yaklaşan Gümrük Birliği kararları öncesi, piyasalarda marka olarak ne durumdayız ve sizce neler yapılmalı’’ diyerek görüşünü belirtmişti.
Toplantının formatı gereği, Türkiye’nin değişik coğrafi bölgelerinden konuşmacı bayiler, Şirket üst yönetimi ve bölge bayileri arasında yapılan ön toplantılarda bir gün önceden belirleniyordu. Marmara/Trakya bayileri adına panelde konuşmacı olarak ben seçilmiştim.
Panel öncesi yapılan kura sonucu, yedi konuşmacının sonuncusu olmuştum. Doğrusu işim zordu. Söylenecek ne varsa benden önceki bayiler söylemiş olacaktı ve ben de tekrar etmekten yana değildim. Bayi arkadaşlar, kendi bölgelerinin özel durumlarından kaynaklanan farklı görüşleri ve bu tip toplantıların klasikleşmiş ‘’Kar marjı arttırılması’’ taleplerini hemen hemen aynı cümlelerle dile getirdiler. Son konuşmacı olarak ben de benzer şeyleri söyleyecektim, çünkü bayi arkadaşlarımın bana ilettikleri notlarda bunlar yazılıydı.
Bu tip uzun süreli (iki saat) ve kalabalık (yaklaşık bin kişi) toplantılarda en son konuşmacı olmak şanssızlıktır. Zira dinleyiciler yorulmuştur ve bir an önce ara verildiğinde dışarıya çıkmak için sabırsızlanırlar, dikkatler dağılmıştır ve sizi can kulağıyla dinleyecek kimse kalmamıştır.
İşte böyle bir ortamda, bu gün dahi çok net hatırladığım aşağıdaki konuşmayı yaptım.
‘’ Şu anda karşınızda son konuşmacı olmanın şanssızlığını yaşayan bir bayi arkadaşınızım. Keşke iyi bir fıkra anlatıcısı olsaydım. Komik bir fıkra anlatır, sizleri belki de güldürmeyi ve içinde bulunduğunuz yorulmuş dinleyici halinizi değiştirebilirdim. Ama ne yazık ki böyle bir yeteneğim yok. Yine de dikkatinizi çekmek istiyorum. Evet; bu toplantı hem bayiler olarak bizim, hem çalışanlar olarak Arçelik yöneticilerinin, hem de Türkiye vatandaşı olarak bu Ülkede yaşayan herkesin geleceği açısından çok önemlidir.Üretim geliştikçe, işsiz kalma riski bir yana, büyüyen ekonomi ile refahtan pay alacakların sayısının artacağına inanıyorum. Bunun da ötesinde Türk vatandaşı olarak Dünya’da itibar görmeyi istemek hepimizin hakkıdır. Ben itibarın çok önemli bir kısmının tüm dünya’da ‘’Türk malı’’ etiketiyle satışı yapılacak, rekabet gücü yüksek, kaliteli üretimle gerçekleşebileceğine inanıyorum. İşte bu nedenle, gümrük birliğinden korkmayalım, kendimize güvenelim, markamıza sahip çıkalım. Ben bir bayii olarak üzerime düşeni yapacağıma söz veriyorum. Lütfen Şirketimizin yabancılara satılmayacağını, daha da büyütülüp Dünya markası haline getirileceğinin sözünü başta Sayın Vehbi Koç olmak üzere Şirket yöneticilerimizin de söz vermesini istiyorum.’’
Konuşmam bittiğinde en önde oturan Vehbi Koç ayağa katlı ve salona dönerek alkışlamaya başladı. Daha sonra bütün dinleyiciler ayakta dakikalarca alkışladılar. O anda hissettiklerim, şu günlerde televizyonlarda seyrettiğim ARÇELİK reklamını hissettiğimle aynıydı. Ben artık bir emekliyim. Evet, benim dileklerim eski bir bayii olarak bu günlerde büyük oranda gerçekleşti. Artık, başka markalarımızın da Dünya’da söz sahibi olmalarının ayak seslerini duymaktayım.
Bir Türk vatandaşı olarak üretimle gururlanmayı başardığımızı nerdeyse görmekteyim. Şimdi bunun devamını getirmemiz lazım. Her alanda Dünya’ya örnek olacağımız başarılarımızı herkes gibi ben de bekliyorum. Umarım sanat’ta, sporda, bilimde, uygarlıkta ve en önemlisi insanlıkta çok önemli hamleleri aynen ARÇELİK örneğindeki gibi gösterebiliriz.
İşte bir reklam filminin bende yarattığı etki bu kadar derin olmuştur.
Filmi yaratanlara ve vesile olanlara (Koç grubuna- Arçelik yöneticilerine) sonsuz teşekkürler…