Çarşamba günü, sıram geldi, koronavirüs aşısı oldum. Bu nedenle aşı konusunda hatıralarım depreşti.
Aklıma önce çiçek aşısı geldi; Kolun üst tarafında, dirseğin hemen altına gelen kısmında, deri üstüne iğne ucu ile 1-2 cm boyunda, 2-3 tane çizikle oluşturulan hafif yaranın üstüne aşı sıvısı damlatılıyordu. Deri sıvıyı emiyor ve aşı yapılmış oluyordu. Benim kolumda bu aşının izi hala duruyor.
Okula çiçek aşısı olmadan kayıt mümkün değildi.
Öğrencilerin en büyük korkusu verem aşısıydı. Ama, bugün bile aklımın hiç almadığı bir uygulama vardı: Koldan bir iğne yapılır ve bir hafta filan geçtikten sonra yapıldığı yerde oluşan kızarıklığın çapı bir cetvelle ölçülürdü. Çap belli bir büyüklüğün altında ise o kişiye ikinci bir iğne uygulanırdı. Sanki aşı çok kıttı da sadece gerekene uygulanıyordu veya yapılan aşı dirençli olana zarar verebilirdi!
Bu arada unutmadan belirteyim; bir sınıfın tamamına aynı enjektör ve iğne kullanılırdı. Tam dolu enjektörden ilaç herkese adeta pay edilirdi. Tek tedbir, aşılanacak kişi değişince iğnenin alkollü pamuk ile silinmesiydi. Her kişiye ayrı enjektör ve iğne AIDS gibi salgın hastalıklar çıkınca kullanılır oldu.
Ama en müthiş (!) aşı uygulamasını 50 yıl önce, 1970 yılında Tuzla Piyade Okulunda yaşadım. Yedek Subay adayları açık havada tek sıra, belden yukarısı tamamen çıplak ilerliyor ve sırası gelene sağında ve solundaki iki kişi, iki ayrı koldan aynı anda iğne yapıyor. Gel de korku belirtisi göster! Asker adam korkar mı ! Her kişi için ayrı enjektör ve iğne kullanmak yine yok.
Aslında benim hiç unutamadığım kuduz aşısı... Çünkü çocukluğum ve gençliğimde karından yapılıyor ve 28 gün tekrarlanıyordu. Ben farklı zamanlarda iki tur kuduz aşısı olmak zorunda kaldım ve bu yüzden iğne olmaktan çok ürken bir kişi oldum.
Ama ikinci kuduz aşısı turum adeta trajikomikti. Temmuz 1971, yedek subaylığımı yaptığım Kars’tan izinli gelmiştim. Bir kedim var, yemyeşil gözlü. harika bir canlı. Eve geldiğimde omuzuma atlar, hafifçe yanağımdan ısırırdı. İzinden dönmeme 3-4 gün kala hastalandı, bağırsakları bozulmuştu. Ona ilaç içirmeye çalışırken acı tadından olacak, çırpınıp elimi tırmaladı. Ertesi gün ölmez mi? Onu bahçede ağlayarak gömdüm. Büyük üzüntüm bir yana, ertesi gün yola çıkmam gerekiyor. Hastaneye gittim ve ilk iğneyi oldum.
Elimde aşı evrakı sabah Ankara’yım. Doğru Refik Saydam Enstitüsüne gittim. Bahçesinde bir bankta oturdum. Görevliler yeni geliyorlar. Genç ve güzel bir bayan önümden geçti, kapısı bana bakan tek katlı bir büroyu açtı. Hemen yanına ulaştım ve durumumu söyledim. Meğer kuduz aşısı orada uygulanıyormuş. Bana torpil! yaptı. Mesaisi başlamadan aşımı oldum.
Gece yolculuğu ile Erzurum’a vardım. Devlet hastanesine gittim. Liseden sınıf arkadaşım Dr.Eveay’ın orada çalıştığını duymuştum. Onu buldum, orada da bir aşı, ertesi gün Kars’tayım. Hastaneye giderek dördüncü gün aşısını oldum.
Askerliği yaptığım tabur Kars’tan yaklaşık 30 km uzakta, kırsal alanda. Durumu anlatınca komutan beni. her gün Kars’a görevli giden aracın komutanı olarak görevlendirdi. Askerleri hastaneye götürüyorum, tugay komutanlığına uğrayıp evrakları teslim ediyor, yenilerini alıyor ve bu arada Devlet Hastanesine gidip aşı oluyorum.
Ama hastaneye her gittiğimde kendi açımdan çok komik bir olay yaşıyorum. Aşı görevlisi tek ve yaşlıca bir bey. Kapıdan içeri girip aşının yapıldığı salona girdiğimde gördüğüm, çoğu 10-15 yaşlarında çocuklar ile anneleri ve babalarının oluşturduğu acayip ve oldukça uzun bir kuyruk. Gürültü patırtı, sızlanıp duruyorlar. Ben arazi kıyafetli subay olarak oraya vardığım her gün aşıyı yapan bey “Çocuklar, hiç korkmayın! Bakın asteğmen hiç korkuyor mu? Yüzünde hiç acı belirtisi oluyor mu?” diyerek beni adeta söylediğini ispat için en öne alıyor. Ah!…Bilmiyor ki bu kuduz aşıları yüzünden iğne gördüğünde “ürperen” bir tipim. Her gün aktörlük yapıyorum. Çünkü ben aşı olurken sıradakilerin tamamının gözü benim yüzümde.
Bakın bir aşı beni nerelere götürdü!…Yaşanan bazı şeyler hiç unutulmuyor.