9 Mayıs 2016 tarihli yazımın başlığı; Din-Laiklik-Atatürk ve çağdaş demokrasi idi. O zaman iç savaş denemesi yapılmamış, darbe teşebbüsü olmamış, dinin ticarete ve siyasete karıştırılmasının bu denli tehlikeleri görülememişti. Özellikle FETÖ/PDY’nin din endeksli devleti ele geçirme planının boyutları da bizler tarafından bu denli bilinmiyordu. Bu yazıdan kısa süre sonra kanlı darbe girişimi yaşandı ve yazının ne derece yerinde ve güncel olduğu ortaya çıktı.
Büyük Atatürk her zaman gericilikle mücadele ederken İslam'ı yüceltmiş; dolayısıyla İslam ile gericilik arasındaki ayrımı en doğru biçimde yapmıştır. Hepimizin halen önemle okuduğu Elmalılının ilk Türkçe Kur’an meali onun isteği ile hayata geçirilmiştir. Türk insanının ihtiyaçlarını ve özelliklerini çok iyi bilen, gericiliğe, yobazlığa her zaman karşı olan Atatürk, esasında Türk milletini dinin özüne yöneltmeyi amaçlamıştır. Bu nedenledir ki Büyük Atatürk devletimizin en temel unsurunun laiklik olduğunu laikliğin dinsizlik değil, herkesin istediği dine inanması, isterse inanmaması, ancak ibadetlerin de özgürce baskı olmadan yapılmasının teminatı olduğunu söylemiştir.
Yine;
“Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90) sözleri bu gün ne kadar haklı çıkmıştır değil mi?
Yine;
“Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum. Dinimiz şuura (aydınlanma-uyanıklık) muhalif, terakkiye (ilerleme-yükselme)-(aydınlanma ve yükselmeye karşı) engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, sun'i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.” (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.32) diyerek, bu güne ne kadar ışık tutmuştur değil mi? Zira az kalsın gerçekten mahv olacaktık.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana; bir tarafta dini siyasete ve ticarete alet etmeden laikliği yani aydınlanmayı savunan diğer tarafta da dini siyasete, ticarete alet ederek adeta bir ruhban sınıfı oluşturarak aydınlanmaya ve laikliğe karşı duran, bu arada ticarette zenginleşen, devlette makam ve mevkii sahibi olan kişiler arasındaki ciddi mücadele bugün çok kanlı ve yakıcı olmuş ve büyük Atatürk maalesef bir kere daha haklı çıkmıştır. Bu mücadelenin yoğun biçimde yıllarca devam edeceği de açıktır.
Görüyoruz ki; sonuçta her yol çağdaş, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ve kurucu lideri BÜYÜK ATATÜRK’E ÇIKMAKTADIR. Bu güne kadar yaptığımız ciddi hatalar, özellikle din siyaset ve ticaret ilişkileri, askerin siyasetin arka bahçesi yapılması ve Büyük Atatürk’ü anlayamamak bize çok zaman kaybettirmiş ve bu durum çok pahalıya patlamıştır. Evet, Büyük Atütürk’e hepimizin, özellikle Devleti yönetenlerin ciddi boyutlarda özür borcu var. Sadece özür yetmez, Büyük Atatürk’ü yaşadığı dönem itibariyle çok iyi incelemek, onu anlamak ve önerdiği devletin laik, sosyal, hukuk devleti kurallarını hayata geçirmek sorumluluğumuz var.
Sizlere; 9 Mayıs 2016 tarihli bu köşedeki Atatürk ve din ilişkisine ilişkin yazımı ve ayrıca rahmetle Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘Allah ile aldatmak’ adlı kitabını okumanızı önemle öneririm.