1970’li yılların sağ sol ayırımına, milliyetçi devrimci kamplaşmasına karşın bugünün Türkiye’sinde toplum laik, cumhuriyetçi, Kemalist ve dinci gruplarına bölünmüş, saflar keskinleşmiştir.
Söz konusu ayrışmanın ideolojik altyapısı cumhuriyetimizin kuruluş döneminde başlamış, Cumhuriyet tarihimiz boyunca uygulanan politikalar çelişkinin boyutlanmasına neden olmuştur.
Yirminci yüzyıl; imparatorlukların parçalanmasına ve ulus devletlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine konjonktürel gelişmeye bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Türklük esası üzerine inşa edilen Cumhuriyetimiz farklı etnik grupları gözardı etmiş, uygulanan laiklik ilkesi ile dinin kamusal alanda görünür olmaktan çıkarmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla da din kamunun denetimi altına alınmıştır.
Osmanlıca’nın ilgası ve Latin harflerinin kabulü ile geçmiş ve doğu kültür birikimi ile olan bağlarımızı zayıflatmıştır.
Cumhuriyet devrimleri toplumumuzun batı medeniyetleri ilkeleri ve uygulamaları doğrultusunda evrilmesine ve dönüşmesine yol açmıştır. Ancak bu dönüşüm, toplumun sosyo-ekonomik yapısı itibariyle yeterli düzeyde olmamıştır.
Cumhuriyet ilkeleri demokrasiye geçiş sürecine (konjonktürün dayatması sonucu) kadar, askeri ve sivil bürokratların gözetiminde kesintisiz ve tavizsiz uygulanmıştır.
Demokrasi tarihimiz süresi boyunca rejimin belirlenen rotasından çıkış dönemlerinde askeri darbe ve müdahalelerle, devrim ilkelerinin, askeri ve sivil bürokrasinin belirleyici rolünün devamına imkan sağlanmıştır.
Yirmibirinci yüzyılın başlangıcı itibariyle dünya düzeninde önemli değişimler yaşanmıştır. Kominizim uygulamalarının başarısızlıkla sonlanması, SSCB’ne dahil ülkelerin dağılma süreci çağa damgasını vurmuştur.
Yeni dünya düzeninde özgürlük alanını genişletilmiş, demokrasi yönetim modeli açısından başat rol üstlenmiş, serbest piyasa düzenine dayalı neo- liberal politikalar tek geçerli sistemi oluşturmuştur.
Mikro milliyetçi akım güç kazanmış, Yugoslavya’nın dağılması balkanlarda küçük devletlerin kurulması bu gelişmelerin sonucu olmuştur. “Arap Baharı” diye adlandırılan Ortadoğu’da yaşananlar ise dünya genelinde demokrasi talep ve özleminin tetiklediği gelişmelerinin bir sonucu olarak algılanmıştır.
İkinci cihan harbinde yaşanan acı deneyimlerin sonucunda AB fikri ortaya çıkmıştır. Birlikte ve barış içinde yaşama ilkesi etrafında bir araya gelinmiştir. Üye ülkeler egemenliklerinin bir kısmını ortak yönetime devrinde mutabakata varmıştır. AB çağımızın bir medeniyet projesi olarak lanse edilmiştir.
Değişimi sezinleyen, konjonktürel gelişmeleri iyi izleyen ve hazırlıklarını bu bağlamda yapan AKP 2002 yılında iktidar olmuştur. AB’ne katılma kararı, kapitalist sisteme entegre olma çabaları ülkemizi küresel sistemde önemli bir aktör konumuna getirmiştir. Bunun sonucu olarak, makro ekonomik sistemde göreceli bir başarı sağlanmıştır.
Yüzyıllık gelişmeler bağlamında ülkemiz insanı iki eksen etrafında kümelenmiş ve keskin bir ayrışım yaşanmıştır.
Bir yandan cumhuriyetimizin kazanımlarına ve ilkelerine sımsıkı bağlı kalıp dünyadaki gelişmeleri göz ardı eden, söz konusu değerleri koruma adına her türlü vesayeti ve demokrasinin örselenmesini kabul edebilen “Cumhuriyetçi” veya “Kemalist” diye adlandırılan bir taraf ile muhafazakar değerler sıkı sıkıya bağlı, Osmanlı dönemine hayranlığına gizlemeyen, milli görüş geleneğinden gelen, dini referans alan, dince kutsal değerleri her alanda görünür kılmaya ve toplumu bu yönde eğitmeye çalışan bir taraf arasında ayrışma ve kamplaşma yaşanmıştır.
Toplumsal konsensüse varmanın, kamplaşmaya son vermenin yolunun her iki görüşün sentezinde aramak gerekmektedir. Nasıl bir orta yol izlenmesi gerektiği konusundaki düşüncemize bir sonraki yazımızda yer verilecektir.
Cavit İNAM
cavitinam@hotmail.com