Traktör yok, öküzle çift sürülüyor, her evde bu yüzden bir çift öküz, süt için bir süt ineği bazen de bir ya da iki yavrusu olur.
Küçük çocuklar bu hayvanları her gün alır, gün boyu otlatır ve akşam da eve gelirlerdi. Ben de arkadaşlarım ile beraber hayvanlarımızı (5 taneydi) otlatmak için Eşme’den Uzuntarla yakınlarına kadar yol boyu gider, hayvanları kaybetmeden, onlara zarar vermeden akşam da eve gelirdik. Öğle yemeğimiz, boynumuza astığımız bez torba içinde köy ekmeğinin içine pişirilerek sıkıştırılmış bir yumurtaydı. Tek amacımız karnı doymuş ve kaybedilmemiş, zarar görmemiş hayvanlarla eve dönebilmekti.
Bu arada çocukluk da var, kendimize göre tabiatta oynar dururduk. Köydeki çobanlık arkadaşlarımı hala anar dururum. Katıksız, beklentisiz, eksiksiz, kardeşçe arkadaşlıklarımız vardı, hala öyleyiz…
Asfalttan çok az araba geçerdi o zaman. Bunlar Dodge-Ford-Fargo kamyonlar, Taymıs, Transit minibüsler ve eski otobüslerdi. Uzuntarla sınırına yakın yerde bozuk yol tabir ettiğimiz bayırca bir yer vardı ve orada arabalar mecburen yavaşlardı.
İşte orada hayvanlar otlarken, her birimiz yolun kenarına çıkar ve yolda bulduğumuz kağıt parçalarını sallamaya başlardık. Araba şoförleri artık bunun nedeninin gazete istemek olduğun anlamışlardı ve okunmuş mecmua ve gazeteleri camdan fırlatırlardı.
Biz de asfaltta ezilme tehlikesini göze alarak, gazeteler zarar görmesin diye onları koşarak yoldan alır ve gün boyu okurduk.
O gazeteler gün boyu güneşten kokusunu salardı, o koku hala hafızamdadır. Okudukça gazete kokusunu hatırlarım hala. Merakla gazetenin en küçük yerine kadar okurduk. Çünkü cep telefonu yok, bilgisayar yok, internet yok, oyuncak yok, yapacak başka bir şey de yok. Tabii merak da var.
O zaman galiba basın daha özgürdü.
Gazete sahipleri meslekten gelen insanlardı. Büyük sermaye gazeteleri satın alarak iktidara yamanmıyordu o zaman. Gazeteleri daha güvenli okur ve değerlendirirdik. Zaman gelişti, gazeteler daha renkli oldu ama büyük sermaye bazen de iktidarların etkisi ile gazeteleri satın aldı, basın özgürlüğü büyük ölçüde zedelendi.
**
İşte ben ilk gazeteyi, para vermeden ama hak ederek böyle okudum.
İlk para vererek okuduğum gazete de lise sıralarında, Seka’da çalışırken Milliyet olmuştur.
1980 yılında üniversite sınavlarına girmek için dershaneye gidecek para da yoktu. Sınav sorularını Milliyet’ten alır çözerdim.
Milliyet ne güzel gazeteydi o zaman, basın özgürlüğünden hiç taviz vermezdi. 1979 yılına kadar basın özgürlüğünden taviz vermeyen, efsane gazeteci, Abdi İpekçi genel yayın yönetmeniydi. Aynı zamanda gazeteciler sendikası gibi yerlerde de başkanlık yapardı. Ne kadar güçlü genel yayın yönetmenleri geldi geçti Milliyet’ten.
Şimdi öyle mi ? Hele Demirören grubunun Milliyet’i almasından sonra Milliyet çok bozuldu. Milliyet’in bugünkü genel yapısına çok kızmama rağmen o günlerin vefasından olsa gerek hala alır, en azından spor sayfalarını okurum.
Sabah-Atv ve diğer basın yayın kuruluşlarının büyük çoğunluğu artık bağımsız yayın yapamaz durumda. İnsanlarımız doğru bilgi edinemiyor.
Ne yazık ki demokrasimiz geriye gidiyor.
Kocaeli’de de kendini koruyabilen küçük istisnalar dışında vay haline basının.
Bizde de sermaye basını ele geçirerek, şirazesinden çıkardı, ne yazık ki.
Ben ilk gazeteyi çobanken parasız ama hak ederek okudum, ama gazeteler o zaman daha özgürdü be kardeşim.