Bizlerin, çok tehlikeli bir durumla karşılaşma olasılığı var olduğunda bile “Bir şey olmaz!..”
“Bir şey olmaz!..” duygusuna kapılma gibi bir özelliğimiz var. Bu yüzden gereken tedbirleri zamanında ve yeterli düzeyde almakta gecikiriz veya hiç almayız.
Ülkemizde, örneğin orta şiddette bir yer sarsıntısıyla bile yıkılması olası yapılarda oturulmuyor mu? İçlerinde çalışılmıyor mu?
Bu duygu çoğumuzun genine işlemiştir. Üstelik bazen cesaret göstergesi sayılan bir duygudur.
Yaklaşık 50 yıl önce bu “Bir şey olmaz !..” duygusu yüzünden öyle bir davranışta bulundum ki hiç sormayın!
Yıl 1972, meslek hayatımda üçüncü yılım. Karadeniz kıyısında son derece güzel doğal zenginliğe sahip bir ilçedeki Orman İşletme Müdürlüğünde çalışmaya başladım. Sorumlu olduğum orman alanının tamamına yakını derin vadilerle kesilmiş, uçurumlarla bezeli bir yapıya sahip. Bölgenin resmi arabası ile ormana gittiğim ilk gün fren patladı. Az kalsın uçuruma devrilecektik. Şoför ve ben çok büyük tehlike atlattık. Durumu sözlü olarak müdüre ilettim ve aracın iyi bir bakım görmesini talep ettim. Ancak ilçe şartlarında yapılan tamiratlar yeterli sonuç vermiyor, sık sık oluşan arızalar ormandaki çalışmalarımın aksamasına neden oluyordu.
İşletme müdürü son derece çalışkan, çok kibar bir kişiliğe sahipti. Ama benim kullanmak zorunda olduğum resmi araç konusundaki davranışını anlayamıyordum. Peki…Haklısın, gerekeni yaptıralım diyor… netice yok. Arabanın freni yüzünden orman yolunda bir kere daha tehlike atlatınca sabah mesai başladığında ilk işim müdürlüğe resmi bir yazı yazmak oldu.
Yazıyı gönderdiğim henüz 10 dakika kadar olmuştu ki İşletme Müdürü beni çağırdı:
“Necdet bey… Ben bunca yıldır müdürlük yapıyorum. Böyle yazı görmedim”
“Ben de sizin gibi müdür görmedim” Bu cümle ağzımdan adeta otomatikman çıkmıştı.
Adeta dondu kaldı, herhalde hiç beklemediği bu cevap onu çok şaşırtmıştı. Karşılığında hiçbir şey söylemedi. Yazının yaratacağı sorumluluğun farkına varmıştı. Yazıma cevap vermese de sorumluluktan kurtulması mümkün olmayacaktı.
Peki ne yazmıştım? İçeriği şöyleydi: Bölge şefliğime ait (…) plakalı resmi araçla araziye gittiğim her defa arızalar oldu ve üstelik iki defa fren patladı. Şoför ve ben çok büyük tehlike atlattık. Durumu sözlü olarak müdürlüğe defalarca ilettiğim halde bu aracın gerekli onarımı yaptırılmamıştır. Sorumlu olduğum bölge son derece arızalı bir alandadır. Fren arızası nedeniyle kazaya uğramam halinde sağ kalma olasılığım çok azdır. Bu nedenle, ölümüm halinde tazminat alabilmesi için İzmit’te yaşayan aileme iletilmek üzere, sorumlu olduğum bölgenin çalışmalarını yürütmede bu aracın teknik açıdan yeterli onarım yapılmadan kullanılmasında sakınca olmadığına dair şahsıma hitaben yazılı bir emir gönderilmesi….
Ertesi gün beni odasına çağırdı. Elinde bir yazı. “Necdet bey…Ben Bölge Müdürlüğü ile gerekli yazışmaları yaptım. Yarın iki arabayı alıyor (Diğer bölgenin arabası ile) Kastamonu’ya götürüyorsun ve gerekli gördüğün bütün onarımları yaptırıyorsun.
Bu olaydan sonra başka yere tayinine kadar 7-8 ay kadar beraber çalıştık. Bana o sözüm nedeniyle en ufak olumsuz davranışta bulunmadı. Sanki aramızda böyle bir şey hiç yaşanmamıştı.
Sakın unutmayın; Türkiye’de “Bir şey olmaz” duygusu varlığını sürdürüyor. Koronavirüs salgınını yaşarken önerilen bilimsel tedbirlere uyumsuzluk bunun en bariz delili değil mi?