Kadim coğrafyamız demografik olarak çok kültürlülüğü içinde barındıran tarihi dokudan oluşmuştur.
Sorunumuz: Farklı dilleri örf ve gelenekleri, olan toplumu eşit, demokratik ve duygudaşlık yaratarak toplumsal barışı sağlamak. Yıllardan beri süregelen başı açığı, kapalısı, alevisi, sunisi, Kürt’ü, Türk’ü, Arap’ı, Çerkez’i, birlikte yaşamanın koşullarını bilimin ışığında konuşup neticelendirme sorunudur. Ötekileştirmeden, yok saymadan ön koşul belirlemeden ortak yaşamın koşulları belirlenmelidir. Yoksa bu kısır döngü biteviye devam eder. Eş deyişle bir taraftan şehit düşen gençlerimize ağıtlar yakarken, diğer taraftan kin ve nefret duyguları ayrışmayı körükler ki bu toplumları emperyalist anlamda parçalanmanın ve bölünmenin eşiğine götürür.
Sorunumuz: Özgürlüğümüze sahip çıkarken, başkalarının özgürlüğünü ne kadar tanıyıp tanıyamamadır. Aynı gök kubbenin altında bir birimizi boğazlayarak mı yoksa konuşarak, anlayarak mı konuşacağımız sorunudur.
Sorunumuz: Her kültürden, her dilden, her inançtan insanların bir çiçek bahçesi gibi bir birimizin hak ve hukukuna hoşgörü ile yaklaşması sorunudur. Öncelikle devlet yönetimi bu konuda ilk ve barışçıl adımı atması önemlidir. Yoksa geleneksel devlet aklı ile sorunların geldiği durum ortadadır. Devlete yönetenler ülkenin geleceği için tolumu ayrıştırmadan bir arada yaşamanın koşullarını yaratmak yükümlülüğü altındadır. Gelecek kuşaklara model olmak bakımından bu tutum çok önemlidir.
Yıllardır bu toplum çok acılar çekti hala çekmekte. Öncelikle terörizmi ve silahı insan yaşamından çıkarmalısınız ki, karşılıklı güven içinde konuşma olanağı olsun, yoksa “Körler sağırlar birbirini ağırlar” tekerlemesini tekrarlar dururuz.
Konuyla ilgili ünlü düşünür Eduardo Gulennone ne güzel söylemiş:
“İnsanların çoğunluğunu pistten dışarı atan kaybedenler kalabalığı mıyız? Katliama dönüşen cinayet miyiz? Tümden deliliğe yükselen kentsel histeri miyiz? Söyleyecek ve yaşayacak başka bir şeyimiz yok mu?”
Sorunumuz: Belki de en önemlisi, kendi ülkemiz insanlarına düşmanca değil, birlikte yaşamanın yol ve yordamını aramalıyız. İlk basamağı olarak okullarda demokrasi, barış ve hoşgörü kültürünü geliştirici dersler ve etkinlikler konulmalıdır. Yetmez toplumun tüm katmanlarına okuma sevgisi aşılanmalıdır. Bunun yol ve yöntemlerini demokratik ülkeler nasıl başarabilmişse bizde başarabiliriz. Yoksa nal toplayarak üçüncü dünya ülkeleriyle yarışır hale düşeriz. Gidişat umarım bizi karanlıktan aydınlığa çıkarır.
Sorunumuz. Birbirimizi dinlememe sorunudur. Adalet, hak hukuk, eğitim, işsizlik konularındaki eksiklikler toplumun tüm katmanlarıyla bir araya gelerek konuşup çözme sorunudur. Tek başına ne devlet ve muhalefet nede sivil toplum örgütlerinin baş edeceği sorunudur. Sorunumuz reel anlamda demokrasi ve barış sorunudur.
Unutmayalım ülkemizde bir arada barış içinde yaşamayı beceremesek; Dış ülkelerde ne saygınlığımız ne de dostumuz olur. Ondandır yöneticiler oturdukları koltuklarda hiç gitmeyecek gibi düşünürlerse hep hata yaparlar. Çünkü sizden öncekilerde hiç gitmemek için o koltuklarda oturuyorlardı. Önemli olan; bulunduğu makamda hoş bir seda bırakıp gitmektir. Unutulmaması gereken insanın ömrü kısadır, onuru ise sonsuzdur.