Siyasetçilerin hiç unutmayacakları en önemli atasözlerinden birisi “söylediğimin esiri söylemediğimin efendisiyim” şeklindeki yabancı kaynaklı bir atasözüdür.
Bunun bizdeki hali ise “ Söz gümüşse sükut altındır” şeklindedir.Esasında siyesetçinin temel özelliği her fikri çekinmeden ama uygun bir dille ifade edebilme özelliğidir.
Geçen hafta CHP Gurup başkan vekili Sayın Engin Özkoç’un Sayın cumhurbaşkanı hakkında söyledikleri siyasi hayatımıza bomba gibi düştü.Tabii daha önceden sayın Cumhurbaşkanı’nın Sayın Kılıçdaroğlu ile ilgili söyledikleri de aynı şekilde siyasi hayatımızda bomba etkisi yapacak sözlerdi.. Sayın Engin Özkoç’un söylemlerinden sonra iktidar hemen harekete geçerek hakkında Türk ceza kanununun 299 maddesindeki Cumhurbaşkanına hakaret düzenlemesi esas alınarak acele biçimde fezleke düzenlenmesine gitti.
Konu anasayal sistemimiz ve Türk demokrasisi açısından aylarca konuşulacak ve sonuçta siyasi tarihimize geçecek bir konu haline gelmiş durumda.Bu tartışma düşünce ve ifade özgürlüğü ve demokrasimiz açısından çok önemli bir konu.Aynı zamanda idarenin eylem ve işlemlerini bağımsız biçimde denetlemesi gereken yargının bu konuda vereceği kararlar da demokrasimizin seviyesini ortaya koyacak önemli kararlar olacak.Sonuç ne olursa olsun bu konu kuvvetle muhtemeldir ki ; Avrupa İnsan hakları mahkemesine de gidecek ve uzun süre tartışılacak bir konu olacak.
Sayın Cumhurbaşkanının yeni Anayasal düzende aynı zamanda parti genel başkanlığı görevi de bulunmaktadır.Yani artık cumhurbaşkanları ülkemizde siyasi bir kişiliktir.Cumhurbaşkanı hakkında söylenen sözlerin TCK 299 gereğince cumhurbaşkanına hakaret mi,yoksa bir siyasi parti genel başkanına hakaret mi olarak değrelendirileceği hususu da yine yargı ve doğal olarak siyasi açıdan ciddi biçimde tartışılacaktır.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün olmaz.Demokrasilerde esas olan; hiç kimsenin düşüncesini ifadeye zorlanamayacağı gibi,herkesin düşüncelerini özgürce ifade edebilmelerinin sınırlandırılmamasıdır.Ancak bu şekilde fikirler çarpışır,gerçekler ortaya çıkar,demokrasiler tartışan bir toplum yaratır ve gelişir.İmamı azam bile bin sene öncesinden “ karşıt fikirlerin çatışmasından gerçek ortaya çıkar” darken bunu ifade etmeye çalışmış olmalıdır.
Ülkemizde siyaset uzun zamandır sertleşmiş durumda.Bu nedenle ne yazık ki siyasiler hakaret suçlamaları ile birbirlerini mahkemeye veriyorlar.Mahkemelerde oldukça fazla miktarda Sayın cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile açılmış ceza davaları da var.Bu durum bile yumuşak ve hoşgörü sistemi olan demokratik sistemden ülkemizde ne kadar uzaklaşma eğiliminde olduğumuzu,sistemin ne kadar gerildiğini göstermeye yetiyor.Bu nedenle ülkemizde artık insanların düşüncelerini açıklama özgürlüğünün sınırlarının neler olduğu hususu toplumun önemli tartışma alanlarından birisini teşkil etmektedir.
Anayasamızın düşünce ve ifade özgürlüğünü garantiye alan Anayasamızın ilgili hükümleri; . Düşünce ve kanaat hürriyeti başlığı altında
MADDE 25. – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında
MADDE 26. – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Şeklindedir.
Ülkemizin de kabul ederek iç hukukta uygulamasının yapılmasının zorunlu bulunduğu Avrupa insan hakları sözleşmesinin 10. Maddesi.;
Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, Devletler’in radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”şeklindedir.
Anayasamızın 90/son hükmü ise “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7.5.2004-5170/7 md.)Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” şeklindedir.Buna göre ülkemizin imza koyduğu Avrupa insane hakları sözleşmesi ve uyma yükümlülüğünde bulunduğu AİHM kararları iç hukukumuzu bağlar mahiyetinde bulunmaktadır.
YARGITAY 4 HUKUK DAİRESİNİN 1980/1312 Esas sayılı kararı ile YARG HUK GENEL KURULUNUN 1964/1021 Esas sayılı kararları ülkemiz açısından ifade özgürlüğünün ne olması gerektiğini açıklayan ve iç hukukumuzda da bağlayıcı özelliği olan en önemli yargı kararlarıdır.
Buna göre ilgili bir iddiada bulunduğu zaman haberin kaynağını gösteriyor,bu hususta dürüst davranıyorsa ,iddia konusu olaya ilaveler yapmadan doğrudan ileri sürüyorsa kişilik haklarına en küçük bir tevacüzden bahsetmek mümkün olamaz.
Bu konuda uygulamada değrelendirilen ve esasında ülkemizi de bağlayan Avrupa İnsan hakları mahkemesi derecatından geçen önemli uluslar arası karar da bulunmaktadır.
ÖRNEĞİN ;
Handyside-Birleşik Krallık davasında AİHMahkemesi; İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerindendir ve toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturur. İfade özgürlüğü ; sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, Devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen, sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir. “Demokratik toplum”un vazgeçilmez özellikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri bunlardır.İfade özgürlüğünün içeriği bu anlamda hem dar anlamda “ifade özgürlüğü”nü, hem de “haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü” kapsar.denilmektedir.
Lingens-Avusturya davasında, Lingens-Avusturya davası kararına (8 Aralık 1986, Seri A, No. 103) atıfta bulunmak gerekir. Ayrıca, Lopes Gomes da Silva-Portekiz davasına da (28 Eylül 2000, Başvuru No. 37698/97, paragraf 34-36) değinilebilir. Bu davada başvurucu bir gazetede “”gülünç”, “soytarıca” ve “kaba” gibi ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan, düpedüz hakaret niteliği taşıdığı düşünülen sözcükler kullanmaktan dolayı hüküm giymiş ve konu AİHM ne taşınmıştır..
AİHM sonuçta şöyle demiştir: Başvurucunun makalesinin ve özellikle de kullandığı deyimlerin polemik nitelikte olduğu düşünülebilir. Ne var ki, yazar bu ifadeleri nesnel bir açıklamayla desteklediğine göre, bunlar asılsız bir kişisel saldırı olarak görülemez. Bu bağlamda, Mahkeme bu alanda siyasi tahkirin sık sık kişisel alana taştığına işaret eder; bunlar demokratik bir toplumun güvenceleri olan siyasetin ve fikirlerin özgürce tartışılmasının taşıdığı risklerdir. Bu bakımdan başvurucu, basında haber yorumculuğu yapan Bay Silva Resende’nin siyasi görüşleri tarafından biçimlendirilmiş bir kanaati dile getirmiştir. Eğer ortada hiçbir olgusal temel olmamış olsaydı, kabul etmek gerekir ki bu tür bir kanaat ifadesi aşırı görünürdü. Ama saptanan olguların ışığında burada durum böyle değildir.demektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve çağdaş demokrasilerde ifade özgürlüğünün bir derecede abartmaya, hatta kışkırtmaya başvurmayı içerdiğini uifade etmek yalnış olmaz. (bkz. Prager ve Oberschlick-Avusturya davası kararı, 26 Nisan 1995, Seri A No. 313, s. 19, paragraf 38). Ayrıca, o dönemde günlük Pứblico gazetesinin yöneticisi olan başvurucu, söz konusu başyazının yanı başında Bay Silva Resende’nin son dönemde kaleme almış olduğu makalelerden sayısız alıntı yayınlamakla gazetecilik mesleğinin kurallarına da uygun davranmış olmaktadır. Böylece, bir yandan bu makalelere tepki gösterirken, bir yandan da söz konusu başyazıyı, başyazıda sözü edilen kişinin beyanlarının yanına yerleştirerek okurlarının kendi fikirlerini oluşturmalarına olanak yaratmış olmaktadır. Mahkeme bu olguya büyük bir önem atfetmektedir.
Hükümetin iddialarının aksine, önemli olan, başvurucunun asgari ceza ile cezalandırılması değil, hüküm giymiş olmasıdır (bkz. yukarıda belirtilen Jersild davası kararı, s. 25, paragraf 35).
Dolayısıyla, gazetecinin mahkûmiyeti, meşru amacın izlenmesi ile orantılı değildir; demokratik bir toplumun basın özgürlüğünü sağlama ve koruma konusundaki çıkarını gözönüne almamaktadır. denmektedir.
Son olarak ; ülkemizde sıkça grülen cumhurbaşkanına hakaret davaları ile ilgili olarak A.İ.H.M. si Fransa cumhurbaşkanı ile ilgili bir davada da örnek bir karar vermiş bulunmaktadır.Bu olayda bir Fransız vatandaşı zamanın cumhurbaşkanı SARKOZY için “DEFOL GİT,GERİ ZEKALI” şeklinde bir pankart açmıştır.
Bu hususu Fransız Cumhurbaşkanı yargıya taşımış ve sonuçta Fransız mahkemeleri ceza vermişti A.İ.H.Mah.sine giden bu konuda mahkeme siyasi kişilerin daha ağır eleştirilere göğüs germesi, bu tür eleştirileri siyasi hiciv Kabul etmesi gerekçeleri ile AİHS nin 210 maddesinin ihlali saymıştır Yani verilen cezanın yersiz olduğuna karar vermiştir.
Bir kişi birisi ile ilgili hakarete varacak düzeyde bir şeyler söylüyor ise ,söylediklerinin dayanaklarını yargılama aşamasında ortaya koymak durumundadır.söylediklerinin dayanaklarını tartışmasız biçimde ortaya koyması durumunda hakaret suçunun işlenmediği sonucuna varılabilecektir.
Demokrasilerde esas olan insanların özgürce düşüncelerini ifade etmeleridir.Siyasi kişilikte bulunanlar ile ilgili toplumda infial yaratacak düzeyde bile olsa bazı fikirlerin ileri sürülmesine çağdaş demokrasiler ve Avrupa İnsan hakları mahkemeleri izin vermektedir.Türk demokrasisinin yeni dönemde bu ayırımı çok tartışacağı anlaşılmaktadır.
Yaşayıp göreceğiz tabii…