İlginç şeyler oluyor değil mi?
Acaba 3. Dünya Savaşı çıkar mı diye endişe ettiğimiz bir savaş patlak veriyor, biz Türkiye’de “Erdoğan aldığı tavırla iktidarda tekrar kalır mı” endişesi yaşıyoruz. Macaristan’da altı muhalefet partisi bir araya gelmesine rağmen Macaristan’daki tek adam Victor Orban’a karşı seçim kaybediyor, biz “Acaba bizim altılı masa da bir hata yapar seçimleri kaybeder mi” diye endişeleniyoruz.
İşin özeti şu; ülkenin battığını gören, iktidar partisinin eliyle ülkenin çöktüğünü gören herkes “Acaba buralardan bir şekilde bir şeyler bulup tekrar sihirbazlık yaparak yüzdeleri değiştirir ve iktidarda kalır mı” endişesini taşıyor. Yani okuyan, yazan, çizen, düşünen ve görebilen insanlar ülkenin girdiği bu çukurdan iktidar partisinin eliyle çıkma ihtimali olmadığına kanaat getirmiş durumda.
Peki, muhalefetin gündemi ne?
Muhalefetin iki tane gündemi var. Birincisi aday kim olacak, ikincisi seçim güvenliği. Adayın kim olacağı konusunda süreç kendi ekseninde devam ediyor. Meral Akşener bugünlerde bir açıklama yaptı. “Kılıçdaroğlu’nu destekler misiniz” sorusunu “Tabii ki destekleyebiliriz” diye cevapladı ama “İki belediye başkanının aday olmasına da karşı değiliz” dedi. Ben kendi deneyimlerimden yola çıkarak süreci şöyle yorumlayabilirim: Meral Akşener aynı zamanda bu açıklamasında “Kılıçdaroğlu adayın kim olacağı konusundaki süreci altılı masanın inisiyatifine bıraktı” demek istiyor.
Eğer, Türk siyasetini çok değil birazcık tanıyorsam beş tane sağ partinin olduğu o altılı masadan Kılıçdaroğlu’nun aday olarak çıkma ihtimalinin oldukça düşük olduğunu söyleyebilirim. Çünkü, eğer Kılıçdaroğlu aday olur ve seçimi kaybederlerse, o altı lider aslında geleceklerini bu riskli ve başarıya ulaşma ihtimali olmayan sürece emanet etmiş olacaklar. Bırakın Türkiye’de siyaset yapmayı, seçimi kaybederlerse Türkiye’de barınma ve kalma ihtimallerinin bile ortadan kalkabileceği bir sürece doğru ülke gidiyor.
Peki, siyasi liderler bunu göremiyorlar mı? Şüphesiz görüyorlar. Onlar da, bence, çok fazla risk almadan, çok fazla riskli alana girmeden ve Kılıçdaroğlu’nu da kırmadan alternatif bir aday çıkarmanın yollarını arayacaklardır. Bu konuda Erdoğan’ın da kafası çok karışık. En az Millet İttifakı’nı oluşturan altı lider kadar Erdoğan da çok meraklı. “Şu Millet İttifakı adayını belirlese de kime ateş edeceğimizi bilsek” diye ortada dönüp duruyor. Hatta bir defa isyan bile etti.
İngilizlerin bir atasözü vardır. “Merak kediyi öldürür” derler. Bu merak gerçekten de Erdoğan’ı hata üstüne hata yapacağı yerlere savuruyor. Geçen ay “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda 500 küsur tane terörist var” dediler. Anlaşılan aldıkları duyumlara veya dinledikleri liderlerden elde ettikleri bilgilere göre o zamanlarda cumhurbaşkanı adayının Ekrem İmamoğlu olma ihtimali daha yüksekti. Bugünlerde anlaşılan o ki, İmamoğlu’nun adaylığının kısmen geriye düştüğünü gördüler, iktidar partisi de bu 550 teröristle ilgili hiçbir şey yapmıyorlar. “Madem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 500 küsur tane silah taşıyan terörist çalışıyor, neden hamle yapmadınız?” diye sormak gerekmiyor mu?
Erdoğan da her şeyi kendisinin Saray’da oturabilme ve iktidarda kalabilme opsiyonuna göre hareket ettiğini ve her şeyi bu opsiyon dahilinde kullandığını ele veriyor. Erdoğan’ın bir tane hesabı var. Bu ne fakir fukaranın durumunun düzelmesi, ne Türkiye’nin ihracatının patlaması, ne dış politikada daha onurlu bir ülke olması ... Tek bir gerçeği var. Bir daha seçilebilmek. Hatta ebediyen seçilebilmek. Mümkünse seçimleri ortadan kaldırabilmek.
Muhalefetin önündeki iki madde var demiştim. İkinci madde seçim güvenliği olduğunu yazmıştım. Altılı masa doğru adayla Erdoğan’ın karşısına çıktığında benim tahminim seçimi 45’e - 55 bandında alabilirler. Yani Erdoğan (+,- 2) 45 muhalefetin adayı (+,-2) 55 civarında seçimi tamamlayabilir.
Bu şu anlama geliyor; parlamenter sistemde olsaydık, Erdoğan belki de ebediyen başbakan olarak yoluna devam edecekti. Türkiye gerçekleri bize bunu gösteriyor. Ama başkanlık sisteminde olduğumuz için muhalefetin iktidarı yani yürütmeyi devralma ihtimali var. Tabii bu ihtimal doğru adayla Erdoğan’ın karşısına çıkarak doğru programla adayın arkasında durup seçim güvenliğini tesis edebildikleri takdirde gerçekleşecek.
Millet İttifakı doğru adayla Erdoğan’ın karşısına çıkarsa, ne kadar oy çalarlarsa çalsınlar, ne kadar parmak boyası getirmez mükerrer oy kullanırlarsa kullansınlar, aradaki fark o kadar büyük olacak ki Erdoğan’ın seçim kazanma ihtimali kalmayacak. Biz bu serüveni Ankara seçimlerinde gördük. Ankara’da aslında Mansur Yavaş iki seçim önce belediye başkanlığını kazanmıştı. Melih Gökçek Ankara’da seçim merkezlerini basarak oyları değiştirerek belediye başkanlığını almayı başarmıştı. Ama aradaki fark o kadar büyüdü ki aynı hamleleri yapmasına rağmen belediye başkanlığını kazanamadı.
Geçen sene BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’la röportaj yapan isminin açıklanmasını istemeyen bir AKP’li yetkili “Oyları katlayıp zarfın içine koyan ve böyle oy kullanan iki ülkeden biriyiz” demiş. Bu doğru olabilir mi? Doğru olabilir. Avrupa’nın birçok ülkesinde büyük oy pusulaları var, verdiğiniz oy görünmez olacak şekilde tersini dışarı doğru katlayıp oyunuzu kullanıyorsunuz. Büyük ihtimalle kağıt israfını düşünüyorlar. Tamam, çok güzel bir davranış, onu anladık.
Ama buradan yürüyerek lafı nereye getiriyor biliyor musunuz? AKP’li yetkili “aslında bu kağıt oy pusulası olayını tamamen iptal etmek lazım. AKP olarak bir dijital sistem üzerinde çalışıyoruz. Bu çipli kimlikleri herkese dağıttıktan sonra oyunuzu parmak izinizle kullanacaksınız ve çıkacaksınız. Hiçbir kağıt israf olmayacak.” demeye getiriyor.
Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Ama işin gerçeği şu: Çipli kimliğinizle gidiyorsunuz, Saray kime oy verdiğinizi biliyor ve kurduğu dijital sistemle istediği sonucu çıkartabileceği bir mekanizmayı muhalefetin önüne koyuyor. Saddam döneminde de seçimler oluyordu. Saddam’ın başkanlığına “Hayır” dediğiniz zaman oyunuzun geçerli olması için oy pusulasının arkasına açık adresinizi yazmanız gerekiyordu.
Ne kadar güzel değil mi? İktidar partisi benzer bir sistemi konuşmaya başlamış. BBC Türkçe’ye geçen sene düşen bir habere göre “Dijital kartlarınızla gideceksiniz, iliklerinize kadar sizi okuyacaklar, tarayacaklar ve sandık beklemek, oyları beklemek, sandık sayımı beklemek gibi bir şey olmayacak” demek istiyor. İktidar partisi işi kurduğu dijital sistemden istediği sonucu çıkartabileceği bir seçim sistemine çevirmeye çalışıyor. Çünkü aradaki fark o kadar büyüdü ki, kendi hesaplarının da ötesinde büyüdü.
Siz bakmayın AKP’nin oy oranının yüzde 30’dan aşağı düşmediğine. O Türkiye gerçeği, kimlik siyasetiyle hareket eden Anadolu gerçeği. Bunu değiştirme ihtimalimiz “Yok”’a yakın. Erdoğan da bunu biliyor ama başkanlık sisteminde 50+1’i tutturamayacağını da iyi biliyor. Eğer, Türkiye’nin önüne dijital oy verme opsiyonu gelirse muhalefetin buna sonuna kadar karşı çıkması gerekiyor. Türkiye’nin dijital platformda, hilelerin havada uçuşabileceği bir platformda, seçimleri götürebilmesi, oradan bir demokrasi çıkartabilmesi hatta oradan bir iktidar değişimi çıkartabilmesinin imkânsız olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Gücü eline geçirdiği zaman Anadolu Ajansı’na şalteri nasıl indirttiğini, sayımı nasıl durdurtduğunu, YSK ile kazanılmış seçimlerde aynı zarftan çıkan iktidar partisinin kazandığı oyları geçerli saydırtıp iktidar partisinin kazanamadığı oyları geçersiz saydırtan iktidar partisinin dijital bir sistemde neler yapabileceğiniz hepimiz bugünden tahmin edebiliyoruz.
Peki, siz dijital sistemde çipli kimliklerinizle oy verir miydiniz?