Öncelikle, dil nedir? Dilin birçok tarifi yapılabilir.
Biz bu konuda basit bir tarif yapalım: Dil, seslerden oluşan ve kelime diye adlandırılan sembollerle yapılan iletişimdir. Aynı zamanda, “İnsan dili son derece soyut ve karmaşık bir süreçtir. Dil, insanlara son derece karmaşık ve kudretli bir sembolik iletişim aracı sağlamıştır.” Dili, Doğan Cüceloğlu, şöyle tarif eder: “Dil, insan seslerinin bir araya gelmesinden oluşmuş, belirli bir yapısı olan bir sistemdir.” Chomsky “Dil, sözcük ve cümle birimleri aracılığıyla düşünceleri konuşmayla ilgilendiren çok düzeyli bir sistemdir.” Alain ve Auguste Comte ise dilin önemli bir özelliğini şu sözlerle ifade ederler: “Dil, insanlığın yüzyıllardan beri edindiği, denediği gerçek ve hikmetleri saklayan bir hazinedir. Bu tanımlamaların tümü dilin gerçek anlamdaki ifadelerdir. Dil yarası halk arasında genellikle mecaz anlamında kullanılmaktadır. “ “ Dedim dilber niçin sararıp soldun/ Dedi çektiklerim dil yarsıdır” Aşık Ömer.
Türkçede mecaz olarak kullanıldığında dil yarası; acı sözün yarattığı kırgınlık, gönül yarası. İnsanların elleriyle yaptıkları silah yarası ve bıçak yarası iyileşir ancak dil(gönül )yarası kolay kolay kapanmaz.
Ünlü ressam Pablo Picasso “Küçük bir çocukken, annem bana şöyle demişti: “Eğer asker olursan, general olacaksın, rahip olursan papalığa yükseleceksin. Anne ben ressam oldum Picasso olarak kaldım.”
İnsanoğlunun, yaptığı işten, meslekten zevk alabilmesi ne kadar önemli…Tüm değerlerin, paranın tutsağı olduğu bir dönemde kişinin, parasal beklentilerinden arınmış şekilde mesleğinden ve ürettiği işten zevk duyabilmesi, gerçekleştirilmesi zor gibi gözükse de dünyalara değer. Bir arap atasözü şöyle der: “Dört şey asla geri gelmez. söylenen söz, atılan ok, geçmiş yaşam, kaçırılmış fırsatlar.” Bu konuda en güzel teselli ikramiyesi ise Ömer Hayyam’ ın dizelerinde: “Mademki geçirdin dünü, hiç yad etme/ Yarın ki henüz gelmedi, feryat etme/ Mazi ile atiye temel doğru değil/ Gel hadi yaşa, ömrünü berbat etme”. Yine Ömer Hayyam’ dan bir başka dörtlük: “Diyorlar ki cennetler ve huriler olacak! Orada şarap, bal olacak/ Öyleyse biz şaraba sevilesiye tapalım. Nasıl olsa orada da böyle şeyler olacak.” Aynı temayı işleyen bir “rubai” de Faruk Nafiz Çamlıbel’den:
“ İçlenme, tabiattaki yek pare kederden
Yas tutma, dağılmış diye kuşlarla çiçekler
Onlar, dönecektir yine gittikleri yerden
Onlarda giden günlerimiz de dönmeyecekler”
Mehmet Başaran, bir dizesinde “İçimin dağlarına çıktım” diyor. Her yerin gürültüye boğulduğu bir dünyada insanoğlu içinin dağlarına nasıl çıkar acaba? Elbette sessizliğin sesini dinleyerek!
Orhan Veli Dalgacı Mahmut’un dizelerinde şöyle seslenir. “İşim gücüm budur/ Gökyüzünü boyarım her sabah.” Yaşamdan böylesine zevk almak, yaşama sevincini tüm hücrelerinde hissetmek!... “Mutluluğun resmi” bu olsa gerek.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’ nın “Ağaçların gece yarısı güzelliği/ dursa biraz” diye betimlediği o güzellikleri görebiliyor muyuz? Bir düşünecek olursak birbirimizi nasıl da acımasız şekilde kırıyoruz. “Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez”. “Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma her geleni senden bileyim” demiş atalarımız. Bir Fransız atasözü “İnsan dilinin altındadır” der. Doğru değil mi? Bir Türk atasözü “Eline, diline, beline hakim ol”. Bu tür atasözlerini çoğaltabiliriz. Düşünmeden söylenen söz söylendikten sonra düşünülmeye mahkûmdur. Ancak olması gereken söyleyeceğimiz sözün nereye varacağını bilmektir.