Ben emekli olmadan önce Türkiye’de genelde çok sakıncalı ama, “doğru bildiğimi söylemekten sakınmayı kendime hakaret sayan” bir memurdum.
Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bu ülkede zaman zaman bunun zararını çektim ama topluma faydam da oldu. İnsanlar bilimsel konularda bile yanlışlarının ortaya konulmasından hoşlanmıyorlar. Hatta bazı durumlarda bunu kendilerine yapılmış hakaret bile sayıyorlar. Yaşadığım bir örneği vereyim; Takriben üç yıl önce bir Orman Fakültesinin, kent ağaçlarının budanması konusunda internette yayımladığı yazıdaki bariz yanlışları bir rapor haline getirip yazarına gönderdim. Bana bilimsellikten uzak, hakaret içeren kelimelerle öyle bir cevap verdi ki o kelimeleri Üniversite Rektörlüğü kanalıyla kendisine iade etmek zorunda kaldım.
Ama bundan sonra olana bakar mısınız! Benim yanlış dediklerime hiçbir bilimsel baza oturmadan bu kadar çirkin cevap veren, unvan sahibi zat-ı muhterem raporumda belirttiğim on üç yanlışın dokuz kadarını önerdiğim şekilde düzeltti ve internet ortamındaki eski yayınını kaldırıp yerine kısmen düzeltilmiş bu yayınını koydu.
Ben durur muyum! Yazmam gerekeni yazmayıp, kendi kendime hakaret eder miyim! Yine iadeli-taahhütlü bir dilekçe gönderdim bağlı olduğu dekanlığa, kendisine iletilmek üzere. Şunu yazdım: “Kendileri, benim ortaya koyduğum ve hakaret içerikli kelimelerle kabul etmediği, yanlışlardan büyük kısmını düzeltmiş ve internet ortamına bunu koymuştur. Çok teşekkür ederim. Kalan dört kadar yanlışı da düzeltirse kendilerine mesleğim adına minnettar kalacağım”
Bu şunu gösteriyor: Tek dayanağı unvan olanlar bilgi karşısında yenik kalıyorlar. Akademik unvan bilgi ile destekli olmalıdır. Böyle olmaz ise benim gibi birisi çıkar, yanlışlarını ortaya döker. Olayın bir başka yönü var. O zat benim sayemde bilmediklerini öğrendi, yani ben o davranışta bulunmasaydım öğrenemeyecekti. O kişinin bir başka şeyi de hiç unutamayacağına inanıyorum: “Güneş balçıkla sıvanmıyor”.