Dünya çapında ünlü bir piyanistimiz ve sanat alanında gururumuz olan Fazıl Say’ın, twitter hesabından, ünlü İran’lı düşünür ve şair Hayyam’a ait olduğu iddia edilen dizeleri yayınladığı için, bireysel şikayet başvurusunu di
TCK’nun 216 maddesi uyarınca, hafifletici nedenlerde dikkate alınarak, 10 aylık cezaya çarptırılması ve cezanın ertelenmesi iç ve dış basında önemli bir gündem maddesini oluşturmuştur.
İnsanlık tarihinde yaşanan onca acılar ve deneyimlere rağmen, genel olarak baktığımızda; henüz düşünce, ifade ve basın özgürlüğü açısından ideal bir aşamaya ulaşamadığımızı görmek hüzün vermektedir. Geçmişte yaşananlardan ders alınmaması, zihniyet devriminin tamamlanmaması, yasalarımızın çağdaş standartlar boyutunda değiştirilememesi , bugünkü açmazımıza neden olmuştur.
İnsanlık tarihine göz attığımızda; ilk düşüncesi suçlusu olarak Platon’un hocalığını da yapmış olan filozof Sokrates’ i görmekteyiz. Düşüncelerinin doğruluğuna, yargılamanın haksızlığına olan inancı onu ölüme götürmüştür. Kurlu düzene, genel kabul görmüş düşüncelere aykırı fikir beyanında bulunan bilim adamları, ortaçağdan buyana devamlı baskı ve işkence görmüş, yaşamlarına son verilerek tehlikeli bulunan düşüncelerinin ortadan kaldırılacağı varsayılmıştır.
Fransız ihtilalı özdeşleşen “Aydınlanma Çağı”, endüstri devrimi ile desteklenen, Rönesans ve Reform hareketleri ile ivme kazanan süreç, yeni bir çağın başlangıcını oluşturmuştur. İmparatorların mutlak hakimiyetinin sonlanması, dini kurumlarının toplumu denetleyen, toplumsal hareketleri sınırlayan belirleyici rolünün etkisizleşmesi, çağa damgasını vurmuştur. Aklın hakimiyeti, bilimin belirleyici rolünün öncelenmesi, özgürlükçü düşüncenin, demokratik değerlerin yerleşmesine olanak sağlamıştır.
Ülkemizde çağdaş gelişmelerden etkilenmiş, Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllar boyunca, Osmanlı döneminde başlayan yenileşme ve modernleşme hareketi de ivme ve güç kazanmıştır. Latin harflerinin kabulü ile başlayan devrimler yapısal değişime olanak sağlamıştır. 1946 yılı demokrasiye geçme kararlılığı, 1964 Avrupa Topluluğuna katılma iradesi, söz konusu sürecin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Tüm gelişim ve değişim hamlelerine, demokrasi, hukuk ve yönetsel bazda çağdaş standartları yakalama çabaları, “ Avrupa Birliği”ne katılım yönünde yapılan reformlara rağmen bugün için arzulanan noktada olduğumuzu söylemek olanaklı değildir. Halen askeri bir darbe ürünü Anayasa ile yönetilmek durumunda kalmamız, YÖK gibi anti demokratik kurumları muhafaza etmemiz, yönetsel zafiyetlerimiz olarak orta yerde durmaktadır.
Yakın bir tarihimize şöyle bir baktığımızda ise; TMK ve TCK kapsamında çeşitli cezalara çarptırılmış düşünce adamlarımızın varlığı, ifade özgürlüğü açısından zafiyetimizi ortaya koymaktadır. Türklüğü tahrik ve tezyif etmekten; Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk ve Hrant Dİnk’in yargılanması ve mahkum olması, son günlerde ise Fazıl Say’ın dince kutsal değerlerin aşağıladığı gerekçesiyle cezalandırılması yasalarda ve yasaları uygulayan zihniyette reforma gitme ihtiyacını ortaya koymaktadır.
Nefret söylemine yol açmayan, kin ve düşmanlık duyguları uyandırmayan, şiddete yönelmeyen her türlü düşüncenin özgürce ifade edilmesi çağdaş hukuk standartları açısından bir zorunluluktur. Bu arada; Basın özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, mesleki faaliyetlerini ifa eden gazetecilerin yargılanmalarına son verecek düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Devletin birey ve toplum karşısında tarafsız olması çok önemlidir. Toplumu biçimlendirme gayretlerinin sonuç vermediği tarihsel gerçeklerdir. Marksist ideoljinin bir söyleminin “de dinin toplumun afyonu olduğu” yönündedir. Söz konusu ideolojinin hayatiyet bulduğu SSCB’nde dine karşı önyargılı davranılmış, toplumsal itibarının göz ardı edilmesine çalışılmıştır. Ne hazin bir ironidir ki; Marksist ideolojinin uygulamada başarısızlıkla sonlanmasında dini kurumlar başat rol üstlenmiş, bugün için ise; halk nezdinde itibarlı kurum statüsüne ulaşmıştır.
Toplum mühendisliğine soyunmanın; toplumu tepeden biçimlendirmeye çalışmanın pratikte bir sonuç vermediği ortadır. Bu nedenle dindar nesil yetiştirme gayretlerinin, dini kurumları öne çıkarma çabalarının uzun vadede sonuç vermeyeceği bilinmelidir. Önemli olan, din felsefesi ile bilim felsefesinin çabaları ile toplumsal ve insani gelişmemize katkı yapılmasıdır. Kırsal dindarlıktan, kent dindarlığına geçiş sürecine olanak sağlanması, kentsel dönüşümün ortaya çıkardığı, sağlıklı toplum yapısının oluşmasına geçit verilmesidir.
Sonuç itibariyle; şiddet, nefret, ırkçı söylem içermeyen her türlü düşüncenin özgürce ifade edilmesinin önündeki tüm yasal engeller temizlenmelidir. Basın özgürlüğünü geliştirmek adına, medya patronlarının, yayın akışına, yazarların düşüncelerini (Hasan Cemal olayında olduğu gibi) müdahalesini sınırlayacak önlemlerin alınmasına çalışılmalıdır. Düşüncelerin özgürce açıklanması suç unsuru olmaktan çıkarılmalıdır.
Saygılarımla,
Cavit İNAM