Ülkemiz, iki yakıcı ve yıkıcı, "Güvenlik ve Ekonomi" sorunuyla karşı karşıya kalmış bulunmaktadır
Makro perspektif bakışı ile ekonomiyi irdelemenin, bugünkü açmazın nedenlerini, tarihsel bir perspektif açısından ortaya koymanın, çözüme katkı yapması açısından önemli olduğuna inanmaktayım.
1980 yılında, rahmetli Turgut Özal'ın öncülüğünde, "24 ocak kararları" ile; Cumhuriyet'imizin kuruluşundan beri uygulanmakta olan, karma ekonomik sistemden, neoliberal politikaların öngördüğü, serbest piyasa dönemine geçişine yönelik siyasi tercihin uygulanması başlamıştır.
"Küresel ekonomik sistemle" entegre olma süreci içerisinde ise; sistemler arası çatışma ve uygulama hataları, ülkemizin "2001ekonomik krizine" sürüklenmesine neden olmuştur. Krizin ortaya çıkardığı ağır fatura doğal olarak mevcut siyasi kadrolara ve partilere çıkarılmış, yeni kurulan AK Parti'nin iktidarına zemin hazırlanmıştır.
Söz konusu ekonomik kriz, küresel sistemin düzenleyici aktörlerinin (IMF, Dünya Bankası vs.) müdahalesi ve ön almasıyla çözülmesi öngörülmüştür. Kemal Derviş patronajında hazırlanan, "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" uygulanmaya alınmış, 2002 yılında iktidar olan AK Parti tarafından da aynen benimsenmiştir.
Daha sonraki aşamada; AB tarafından öngörülen; "Kopenhag ve Maastricht" kriterlerine uyum yönünden yapılan reformlar sonucunda; Türkiye 2005 yılında AB ile tam üyelik görüşmelerine başlamıştır. Böylece; küresel sisteme entegrasyon süreci tamamlanmış, neoliberal politikaların uygulama pratiği derinlik kazanmış, uluslasrarası finans çevrelerin güveni ile birlikte, ülkemize yönelik yabancı sermaye akışı hızlanmıştır.
Yabancı bankalar ülkemizde şube açma yarışına girmiş, tüketimi teşvik edecek şekilde bireysel krediler öncelik verilmiş, halkımızın tasarruf bilinci yok edilmiştir. Bu ara; cumhuriyet dönemimizin kazanımları olan kamu kuruluşları tek tek elden çıkarılmıştır. Sosyal devlet anlayışı piyasaların düzenleyici gücüne teslim edilmiştir. Sürecin doğal sonucu olarak, borç stoku artış eğilimine girmiştir.
Sistemin ilk finansal krizi, 2008 yılında ABD'de yaşanmış, dalga dalga dünyaya yayılmıştır. Küresel sistemi iyileştirmek için; Merkez Bankaları tarafından, kamu kaynakları seferber edilmiştir. Piyasalara enjekte edilen likidite, faiz avantajı tercihiyle, gelişmekte ülkelere kanalize olmuştur. Ülkemizde bu furyadan istifade etmiş, tahminen 14 yıllık süre içinde, yaklaşık 500 milyar dolarlık ülkemize yönelik bir yabancı sermaye akışı yaşanmıştır.
Enflasyonist baskı ve ekonomideki iyileşme gerekçeleri yanında; yeni seçilen ve yakın tarihlerde göreve başlayacak olan yeni ABD başkanı Trump'un, güçlü ekonomi politika tercihi nedeniyle, FED'in faiz artırma kararı gündem oluşturmuştur. Likiditenin geri çağrılma riski ise; kırılgan devletler kategorisinde yer alan ülkemizde de dövizin fiyatının oluşumuna olumsuz etki yapmış, son günlerde kurların ani yükselişine neden olmuştur.
Ayrıca; 2011 yılından itibaren giderek;
- AB idealinden uzaklaşılması,
- Sistemin özünü oluşturan özerk kuruluşların (Kamu İhale Kurumu, TCMB, BDDK, Enerji Kurumu vs) siyasi müdahalesine açık hale gelmesi, şeffaflık ve hesap verirlilik ilkesinden uzaklaşılması,
- İhracatın ithalatı karşılama oranının giderek düşmesi, iç tasarrufların yetersiz kalması, açığın dış borçla karşılanması, cari açığın müzmin hale gelmesi, büyüme, işsizlik ve enflasyon verilerindeki olumsuz gelişmelerin ortaya çıkması,
- Sanayi yatırımlarının ve tarımın ihmal edilmesi, tüketime ve inşaata dayalı hormonlu bir kalkınma modelinin benimsenmesi,
- Sistemin önemli kurumları konumda olan derecelendirme kuruluşlarının ekonomi ve bankacılık sistemiyle ilgili olumsuz değerlendirmeleri,
- OECD'nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu (PISA) 2015 sonuçları da; eğitim sistemimizin, çağımızın gereksinim duyduğu insan kaynakları politikasına hizmet etmediğini gerçeğini sergilemesi,
şeklinde ki temel uygulama hatalarının; sistemin tıkanması ve bugünkü açmazın ortaya çıkmasına neden olduğu saptanmıştır.
Küresel ekonomoik sistem içinde var olabilmek, öngörülen kuralların uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, iyileşme doğrultusunda, ilk planda üretim seferberliğine başlanması, kamu ve özel sektör ile birlikte vatandaşların da tasarrufa yönetilmesi, kurumların yeniden restore edilmesi, eşit özveride bulunma lkesinin uygulanması, güven duygusunun sağlanması, dolayısıyla borç yükünün hafifletilmesi gerekmektedir.