Sene 1953 olmalı. Annem-babam Devlet Hastanesine (Şimdi Kocaeli Devlet Hastanesi) gittik bir hastayı ziyaret için. O zaman askeri hastanenin dışında sadece bu hastane vardı herhalde.
Birbirine bitişik iki binadan oluşuyordu. Dıştan görünümleri çok güzeldi, deniz tarafındaki geniş balkonlarıyla… Şimdi onun bir parçası duruyor.
O gün, çocuk aklımla iki şey dikkatimi çekmişti: Birisi hastanenin kuzey tarafında şimdiki İmam Hatip Lisesi’nin ve Mimar Sinan Lisesi’nin kapladığı alandaki mezarlıktı. Hastanede yatanlar camdan bakınca mezarlığı görüyordu. Çok tuhafıma gitmişti…
İkincisi hastanenin doğu kısmındaki bomboş alan… Şehir burada bitiyordu adeta. O tarafa yürüyen kaybolur gider gibi bir duygu kaplamıştı içimi.
Aklımda kalan bir başka yer şimdi Cumhuriyet Parkı ismi taşıyan Çocuk Parkı. Parkın meydana bakan tarafındaki sınırı şimdiki otobüs durağının olduğu yere kadar uzanıyordu. Bu hat üzerinde, boydan boya, üzerinde baba denilen yükseltileri olan bir duvar uzanıyordu. Bu babalar gergin olmayan, ortası bel vermiş durumda zincirle birbirine bağlıydı. Lise tarafına yüründüğünde bu duvar tatlı bir kavisle parkın batı sınırını oluşturan hat ile birleşiyordu. Bu kavisin düz hat haline geldiği yerde, Alemdar caddesine bakan süslü bir demir kapı vardı. Şimdi otobüslerin durak yerinde de benzer bir kapı bulunuyordu. Parkın iç tarafında bu kapıya yakın yerde birkaç uzun kavak ağacı ve altında çocuklar oynasın diye içi kum dolu bir çukur olduğunu hatırlıyorum. Bu yere kum havuzu denilirdi. Onun içinde oynardık. Parkın içinde bir de içi su dolu havuz vardı. Oldukça geniş ve kenarları çiçekli bu havuz parkın lise binasına yakın taraftaydı.
Rahmetli babaannem Çocuk Parkının olduğu yere Taşçılarbaşı derdi. Örneğin Kertil meydanındaki evden alış-veriş için ayrılırken “Ben Taşçılarbaşına gidiyorum” derdi. Galiba eski İzmitliler orayı böyle isimlendirirdi ama nedenini hala bilmiyorum.
Bazı olaylar da bir yeri unutmayı engelliyor: 1958-59 dönemi olmalı…Lise 1. sınıftayım. İyi hatırlıyorum… Sıcak bir gündü. Biz öğrencileri öğle vakti asker düzeninde şimdiki Leyla Atakan caddesinin demiryolu ile deniz arasındaki kalan bölümüne götürdüler. Stabilize, dar bir yol. Ender olarak bir araç geçiyor ama her seferinde toz içinde kalıyoruz. Deniz istikametinde giderken sol tarafta kalan arazi bomboş, yoldan bayağı alçakta ve orada açıkta bir kurşun borunun ucuna bağlanmış bir musluk var. Bunun deniz tarafında, biraz ötede bir ev, damı yol sathı ile aynı hizada. Deniz yönünde giderken sağ tarafda Yeni Cuma’ya kadar uzanan arazide bina yoktu ve bulunduğumuz yola yakın tarafta bostan kuyuları vardı. Bu tarafta, eski Emniyet Müdürlüğü binasının bulunduğu alanın hemen önü denizdi.
Neden oradayız? Kimse birşey söylemedi, sonra öğrendik: Kral Hüseyin gelecekmiş, kara yoluyla. Önce ayakta bekledik, sonra oturduk sonra birbirimize karıştık, sıra-düzen kalmadı..Susuzluktan helak olduk..Çeşmenin olduğu çukur alana inen şevi defalarca koşarak indik, su içtik yüzümüzü yıkadık..Saatler geçti, “kral gelmiyormuş” dediler geri döndük, günümüz rezil olmuştu.
Ne yalan söyleyeyim; bizleri orada boşu boşuna bekletenleri hala anıyorum! Oradan her geçtiğimde aklı