Sayın Erdoğan tarafından; Taksim Meydanının yeniden yapılandırılması bağlamında; Gezi Parkına AVM yapma girişimi;
Taksim gönüllülerince oluşturulan platformun direnişi ile karşılaşmış, polisin şiddette başvurması sonucunda ise; yaşanan olayların bir gençlik ve halk hareketine dönüşmesine yol açmıştır.
Gezi parkı olaylarından kaynaklanan halk ve gençlik hareketi; AK Parti tarafından uygulanan, neo-liberal politikalar ve kapitalist sistem uygulamaları ile, halkımızın özgürlük alanlarına ve yaşam tarzına yapılan dokundurmalar nedeniyle oluşmuştur. Son seçimde yüzde 50 oy alan bir partinin ve onun karizmatik liderinin böylesine önemli harekete hedef olmasının arka planını iyi okumak gerekmektedir.
2000’li yıllara doğru; Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte dünyamız, yeni bir dönüşüm ve değişim sürecine girmiştir. Tek bloklu dünya düzeninde; küresel sistem etkinliğini artırırken, İngiltere’de Teacher, ABD’de Regean’ın öncülük ettikleri neo-liberal kapitalist uygulamalar tek seçenek olarak, sisteme dahil ülkelere önerilmiş ve dayatılmıştır.
Ülkemizde ise; 1990-2000 yıllar arası merkez sağ partiler, kısır çekişmeler yüzünden dünyadaki gelişmeleri izlemekte, hantal bürokratik ve idari yapıyı reforme etmekte, 2000 yılı başı itibariyle ortaya çıkan mali krizi önlemekte ve çözüm bulmakta yetersiz ve çaresiz kalmışlardır. Kapitalist sistem aktörleri devreye girerek, Kemal Derviş kanalıyla küresel sisteme entegre olacak yönde çözüm formülasyonunu uygulatmak koşuluyla ve sağlanan fonlar sayesinde ekonomimizin normalleşmesi sürecini başlatmışlardır.
Reformların uygulama sonuçları alınmadan, tedavi aşamasında koalisyon ortaklarından Sayın Bahçeli’nin ısrarı sonucu erken seçime gidilmiş, düzen partileri seçimde başarısız olurken, 1 yıllık bir geçmişi olan Ak Parti mevcut seçim sisteminin avantajını iyi kullanarak iktidar olmayı başarmıştır.
Esasında iç ve dış konjonktürü takip eden çevrelerde sonuç pek şaşırtıcı bulunmamıştır. Kendisini muhafazakar-demokrat olarak niteleyen AKP’nin milli görüş geleneğinden geldiği ve dini referansla hareket etiği, Cumhuriyet rejiminin kamusal alandan dışladığı dinci kadroların cemaat mantığı içinde siyasi sisteme ilgilerini sürdürdükleri bilinmekteydi.
Cumhuriyet rejiminin kuruluş ilkelerine itirazı ile muhalefet saflarına geçen Saidi Nursi ve takipçilerinin vizyonu, Necmettin Erbakan tarafından “Milli Görüş” olarak özetlenen proğram ile siyasi harekete dönüştürülmüş, yıllar itibariyle ve zaman zaman iktidarla tanışan siyasi İslam, yargının en son 1997 yılı post-modern darbesiyle Erbakan hükümetten uzaklaştırılmıştır.
Aynı kökten gelen “Gülen Hareketi “ise; islamın sosyal boyutunu öne çıkarma politikasını benimsemiştir. ABD’nin yeşil kuşsak teorisi bağlamında, küresel sistem içinde organize olma olanağını yakalamıştır. Beşeri sermayeye önem veren hareket eğitimi öncelemiş, dünyanın her tarafında açtığı okullar vasıtasıyla milli ve dini değerleri yüceltmeye çalışmıştır. Dini referans almak suretiyle takipçilerinin ticaret ile ilgilenmelerini teşvik etmiş, kapitalist küresel sistem ise cemaat üyelerine yeni olanaklar sağlamış, bu süreç siyasi islamın uluslararası etkinliğini ve sermaye yapısını güçlendirmiştir.
2002 yılında iktidar olan AKP , siyasi islamın alt yapı çalışmalarını tamamlaması nedeniyle, yerel ve merkezi bürokratik kadrolara eleman bulmakta zorluk çekmemiş, Kemal Derviş yerine Ali Babacan’ı çıkarabilmiştir.
Bu bağlamda; siyasi İslam hareketi yeni dünya düzenini ve güç dengelerini algılayabilmesi nedeniyle, askeri ve sivil bürokrasi karşısında güç elde etmek ve iktidarını sağlama almak için AB katılım sürecinden yana tavır almış, bu suretle meşruiyet sorununa da çözüm bulmuştur. Küresel sisteme entegrasyon konusundaki istekli, gerekli yapısal sorunları çözmede kararlı davranmıştır.
Sağlanan ekonomik güven ortamı içinde uluslar arası şirketlerin ülkemize ilgisi artmış, sermaye akımı hız kazanmıştır. Kaynak sorununda yaşanan gelişmelere bağlı olarak üretim artışı sağlanmış, iç ve dış ticaret gelişmiş, makro ekonomik veriler ve milli gelirde sağlanan olumlu gelişmeler, bireylerin ve devletin gelirlerinin artmasına neden olmuştur.
Kamunun iyileşen mali olanakları iktidarda bulundukları belediyeler kanalıyla kentsel dönüşüm proğramlarında ve sağlık hizmetlerinde kullanılmıştır. Ulaşım hizmetlerine yapılan yatırımlar sayesinde ekonomik faaliyetler ivme kazanmıştır. Ekonomik alanda sağlanan olumlu gelişmelere bağlı olarak artan refah ortamı AKP’nin oy tabanını genişletmiş, bugün için yüzde 50 ile ifade edilen oy oranına ulaşmasına neden olmuştur.
Askeri vesayetin geriletilmesi, anayasada yapılan kısmi değişikliklerle yargının denetim altına alınması, ekonomide sağlanan gelişmeler ve nihayetinde ulaşılan oy oranı Başbakana aşır bir güven duygusu aşılamıştır. Yetişme tarzının dayatması sonucu, demokrasi sorunu yaşayan, çoğulculuk değil, çoğunluk anlayışını benimseyen Sayın Erdoğan kendi muhafazakar-dinci yaşam anlayışını dayatmak üzere giderek daha fazla toplum mühendisliğine soyunmuştur.
Ailelerin yapacağı çocuk sayısından, kürtaj konusundan, alkol kullanımından başlayarak topluma ayar verme hevesine kapılarak otoriter bir yapıyı topluma dayatmaya çalışmıştır. Gezi Parkı’nda kışla yapma girişimi de bu otoriter, benmerkezci anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
2000’li yılların aksine, bu kez Sayın Erdoğan dünyadaki gelişmeler algılamakta yetersiz kalmış, kendi egosuna yenik düşmüştür. Yeni dünya düzeninde bireysel özgürlükler kutsanmakta, devlet karşısında birey korunaklı hale getirilmekte, farklılıkların kabulü ve birlikte yaşama uygulamaları genişletilmekte, yerel yönetimleri etkinlikleri arttırılmakta, sermayenin kar hırsı sınırlanmakta, doğa alabildiğince korunma altına alınmaktadır. Demokrasiye daha farklı bir anlam ve derinlik kazandırılmaktadır.
2001 yılında iktidara gelen AKP hükümetine ve Sayın Erdoğan’a sadece İslami kesit değil, liberal aydınlar, sol çevreler ve demokratlarda büyük destek vermişler, askeri vesayetin geriletilmesine, reformların uygulanmasına ön ayak olmuşlardır. Yakın tarihte başlatılan “Barış Süreci”ne de aynı çevrelerin desteği söz konusu olmuştur.
İktidar ve güç hastalığına yakalanan Erdoğan dost çevrelerin tüm uyarılarına aldırmadan, dindar bir nesil yetiştirmek, toplumu muhafazakarlaştırmak, kapitalist sistemi acımasızca uygulamak, toplumun bir bölümünü itelemek ve ötekileştirmek inadından vazgeçmemiş, gerektiğinde kamu gücünü kullanmaktan geri kalmamıştır.
Gezi parkı olayında olduğu gibi; ülkeyi tek başına yönetme iddiası ve inadı yüzünden toplumsal gerilim giderek artmaktadır. Sanatçıların, aydınların, demokratların, samimi Müslümanların ve geleceğimizin teminatı olan sevgili gençlerimizin düşünce ve önerilerini dikkate alarak toplumsal barışı sağlanmasını, sağduyunun hakim olmasını dilemekteyim. Yaşananlardan iktidar ve muhalefet partilerinin ders almasını, ülke yönetimi konusunda, çağımızın gereklerini karşılayabilecek, yeni projeksiyonların geliştirilmesi gereğini hatırlatmak isterim.
Saygılarımla,