Geçen sene Ege’nin turistik bir ilçesinin çevresinde gezinti yaparken yolu şaşırdım ve kentin çöplerinin toplandığı bir alandan geçmek zorunda kaldım.
Yeşil ve ağaçlık bir yer. Atılan çöpler geniş bir alana yayılmış. O kadar olumsuz bir görüntü ki anlatmak zor.
Kendinize hemen bu görünüm nasıl önlenebilir diye soruyorsunuz. Ne yapılabilir? Çok büyük problem. Çöpleri boş alanlara götürüp bırakmak kesinlikle çözüm değil, çünkü kirliliği ortadan kaldırmıyor. Toplayıp gömseniz de topraklar kirleniyor ve yediklerinizle kirleticilerin bir kısmı size geri dönüyor. Bu durumda yeniden kullanılabilir duruma getirilmesi mümkün olmayan çöp atıkları yakmak etkin bir çare olarak görülüyor. Çoğu insanımız çöpleri yakmanın, onları olduğu gibi bırakmaktan oluşacak olumsuzlukları tamamen ortadan kaldıran bir işlem olduğunu zannediyor. Ama öyle değil...Çünkü, çöpleri yakmak havaya başta karbondioksit olmak üzere bir sürü gaz ve toz kirletici salmak demektir.
Bu nedenle çöpleri bilimsel esaslara göre kurulmuş tesislerde yakarak, çıkacak gaz ve tozların çevre kirliliği yaratmayacak düzeye indirilmesi düşünülmüştür. Ama bunu sağlamak öyle kolay değil: çöp yakım tesislerinin bacalarından, gerekli teknik tedbirler tam olarak alınmaz ise, (Türkiye’de genelde alınamıyor) insanların, hayvanların ve bitkilerin hayatını tehlikeye sokan maddeler çıkıyor ve etrafa yayılıyor. Aksini ileri sürenler çöp yakım tesislerinin çevresinde yapılan tarımsal üretimde olan değişimleri görsünler, öyle konuşsunlar diyorum.
İşte en çok yayılanlar; Tozlar, asitler (Hidroklorik asit=HC, Florik asit=HF), karbondioksit, kükürtoksitler, azotoksitler, karbonmonoksit ve Dioksin adıyla bilinen kimyasal madde grubu.
Tozlar ulaştıkları materyallerde rüzgâr etkisi altında sürtme şeklinde fiziksel, üstlerinde taşıdıkları ve içerdikleri maddelerle olumsuz kimyasal etkilerde bulunuyorlar. Bitkilerin yaprak yüzeylerini örterek fotosentezi büyük ölçüde önlemenin yanı sıra bunlarla dolaylı ve doğrudan beslenen canlıların sağlığını bozuyorlar.
Tesisten çıkan asitler, asitli yağışlar oluşturarak yapılarda aşınmaya neden oluyor ve toprağı kirletiyor. Çıkan gazlar bitki ve hayvanların hayatını dolaylı ve doğrudan olumsuz etkiliyor.
Ama en tehlikeli olanlar Dioksin'ler; Bunlar, karbon, hidrojen, oksijen ve klor içeren bileşiklerden oluşuyor ve düşük konsantrasyonda bile son derece zehir etkisine sahipler. Orman yangınlarında, volkan patlamalarında da oluşuyorlar ama en fazla kent çöplerinin ve hastane atıklarının yakımında ortaya çıkıyorlar, yayıldıkları ortamda bozulmadan kalıyorlar. Bu madde bitkilerden hayvanlara geçiyor, onların yağında ve sütünde birikiyor. Taşındıkları tozlar ile balıklara da geçiyorlar. Dolayısıyla et ve süt ürünleri önem kazanıyor. Anne sütünde bile rastlanmış olması olayın önemini ortaya koyuyor.
İnsanlara geçen Dioksin grubu bileşiklerde tatlı su balıklarının payının %19, deniz balıklarının payının %7, sütün payının %16, yumurtanın payının %4 olduğu belirlenmiştir [1].
Çöp yakma tesislerinden Dioksin yayılımını önlemek için yanma sıcaklığını 850°C'nin altına düşürmeyen ve tam yanmayı garanti edici teknik cihazların kullanılması gerekmektedir[2].
Dioksin grubu bileşiklerin tehlikeli oluşu, hücresel gelişmeyi kontrol eden mekanizmaları bozma kapasitelerinden, dirençli oluşlarından, ortama işleme kabiliyetlerinden, organizmada zamanla birikmelerinden, beslenme zincirinin ilk halkasından insana kadar ulaşmalarından kaynaklanmaktadır. Havada toz halinde yayıldıkları gibi toprağa ve suya inerler. Topraktaki dioksin, yağmur suları ile yıkanma sonucu yüzey suları ve taban sularına ulaşır. Zehir etkileri özellikle beslenme zinciri yoluyla zaman içinde artış gösterir. Dioksinler insanların bağışıklık ve üreme sistemlerinde ciddi zararlara neden olabilmektedir [2].
Çöpler görünüyor, dioksin görülemiyor. Asıl tehlike bundan kaynaklanıyor.
Kaynak:
Diossine Furani e PCB
Corso di Laurea in Economia Ambientale La valorizzazione energetica dei refuiti:L'impianato di termovalorzzazione'Silla 2' di Milano.2007