15 Temmuz 2016 günü Türkiye muazzam bir sınav verdi.
Kanlı darbe girişimi karşısında öncelikle vatandaşlarımızın karşı duruşunu, canlarını ortaya koyarak direnmelerini bütün Dünya Ülkeleri yazılı ve görsel medya’dan heyecanla ve ibretle izledi.(Maalesef bir çoğu önce olumsuz fakat daha sonra doğru ama geç tepki verdi)
İyi bir sınavı da siyasetçilerimiz verdi. Öncelikle saldırıya uğrayan TBMM. de bir araya gelerek demokrasimizin savunulmasını gerektiği gibi yerine getirdiler, sonraki süreçte de asgari müştereklerde buluşabildiler. Tabii ki her konuda sonsuza kadar aynen davranmaları beklenemezdi, nitekim çok temel görüş farklılıklarında ayrışmayı yaşamaya başladılar. Örneğin; Olağanüstü hal uygulamalarında ve yasama, yürütme, yargı organları arasındaki ayrımın sağlanması hususundaki hassasiyet farklılığı hemen ortaya çıkmaya başladı. Ana muhalefet partisi CHP. güçler ayrılığı ilkesine dayanarak, özellikle yargı’nın (Törenin yapılacağı mekanın seçimi yüzünden) Cumhurbaşkanının vesayeti altına girmesini doğru bulmadığı için yeni adli yıl açılış törenine katılmadı. Türkiye barolar birliği de aynı gerekçeyle bu törene katılmayarak durumu protesto etti. Buraya kadar normal olan her şey, sayın Cumhurbaşkanımızın sert tepkisiyle biraz şekil değiştirdi. Keşke bu katılım eksikliği daha yumuşak bir tepkiyle, örneğin ‘’Bir sonraki sefere onlar da katılırlar, vesayet altına almak gibi bir niyetim yoktur ve bu görülecektir’’ diye bir ifade ortaya konulabilseydi. Bu noktada cesaret kırıcı olan açıklama ‘’Ben Cumhurbaşkanı olarak hepsinin başıyım’’ demesi oldu.
Siyaset dünyamızdaki bu gelişmeler önemliydi ama bazı başka güzel gelişmeler de heyecan ve umut vericiydi.
Çok kısa zaman aralıklarıyla bir biri ardına yapılan görkemli açılış törenleri de bu süreçteki önemli gelişmelerdi.
İzmit körfez geçişini sağlayan Osman gazi köprüsü ve hemen ardından 3.ncü Boğaz geçişini sağlayan Yavuz Sultan Selim köprüsünün açılıp hizmete girişleri de çok etkileyici idi.
Arada kanlı 15 Temmuz 2016 darbe girişimi de olmasına rağmen açılış sağlandı ve Aralık 2016 da yine boğazın altından aynen Marmaray gibi tüplü geçişi bu sefer lastik tekerlekli araçlar için sağlayacak olan Avrasya tüplü geçişi zamanında tamamlanacak diye açıklamalar yapılıyor.
İlk etabı 2018 yılında tamamlanacak İstanbul 3.hava limanı (Bittiğinde Dünya’nın en büyüğü olacağı ifade ediliyor) inşaatı aksamadan devam ediyor.
Çanakkale boğaz geçişi için yeni bir köprü’nün projelendirilmesinin yapıldığı yine siyasi iktidar tarafından müjdeleniyor.
Öte yandan savunma sanayinde yerlilik oranının % 60 a geldiği, kısa bir zaman sonra % 80 in hedeflendiği belirtiliyor. Aslında bütün büyük projelerde de yerlilik oranı’nın arttığı belirtiliyor. Önceden taşeron çalıştığımız projelerde günümüzde uygulayıcı olduğumuz ve ana müteahhitlikleri üstlendiğimiz belirtiliyor.
Akaryakıt ithalinde fiyat düşüşünden kaynaklanan olumlu gelişmenin dış ticaret açığımızın ve buna bağlı olarak cari açığın gerilediğini, 3 milyonu aşkın mülteciyi zorunlu barındırmamıza ve bu arada sınırlarımızın bitişiğinde yaşanmakta olan çatışmalardan dolayı kaybedilen dış pazarların yerine yenilerin kazanıldığından ve hala sağlam bir ekonomiye sahip olduğumuzdan bahsediliyor.
Eğer her şey böyle ise; bizim Türkiye olarak gururlanmamızı engelleyecek bir şey olamaz.
Yeter ki bize sunulan bu tablo’nun doğruluğundan emin olalım! Bu nasıl mümkün olabilir? Ancak hür ve her şeyin tartışılıp eleştirilebildiği tam demokratik ortamlarda!
Bir de siyasal iktidarın güç sarhoşluğuna yakalanmadan, şu anda Türkiye’de muhalefetin de bu toplumun en az yarısını temsil ettiğini, onların da söz hakkı olduğunu hatırlamalarını ve buna uygun politikaları benimseyerek uygulamalarını umutla beklemekteyiz.