Hukukun üstünlüğünün yara aldığı, demokrasi ilkelerinin göz ardı edildiği, kurumların işlevsizleştirildiği,
toplumun kamplara ayrıştırıldığı, diyalog kanallarının tıkandığı, makro ekonomik verilerin olumsuz sinyal verdiği, hatalı dış politika uygulamalarının açmaza sürüklediği günümüz Türkiye’sinde, vatandaşlarımız geleceğe yönelik olarak karamsarlık iklimine mahkûm edilmiştir.
Bugünkü tablonun ortaya çıkmasına; AK Parti iktidarınca uygulanan politikalar, ayrımcı dil ve kamplaştırıcı söylemler etken olmuştur. 2011 yılında yapılan “Anayasa” değişikliğiyle, “HSYK”ın siyasallaşması olanaklı kılınmış, yargı bağımsızlığı yara almıştır. “Ergenekon-Balyoz” davaları ile askeri vesayetin sonlandırıldığına olan inancın pekişmesine zemin hazırlanmıştır.
Siyasi İslam ve milli görüş geleneğinden gelen kadroların oluşturduğu AK Parti ; uzun vadeli iktidarları için, meşruiyet temellerini oluşturmak amacıyla, hükümet oldukları ilk yıllarda, uzlaşıcı bir politika uygulamıştır. ABD ve AB ile olumlu ilişkiler kurulmuş, batı dünyasına entegre olma çabalarına ağırlık verilmiştir. Neoliberal politika dayatmalarının eksiksiz uygulamasına geçit verilmiş, yabancı sermayenin itici gücüyle, makro ekonomik gelişmelere ivme kazandırılmıştır.
Neoliberal sistemin de gereği olarak; kamu işletmeleri özelleştirilmeye başlanmış, kırsaldan kente göç hızlandırılmış, TOKİ kanalıyla inşaat sektörüne başat rol verilmiştir. 2008 krizini takiben, piyasaları hareketlendirmek amacıyla, gelişmiş ülkelerin sisteme enjekte ettiği likiditeden kısmen istifade edilerek, ekonomideki hareketliliğin sürdürülmesi sağlanmıştır.
Tek başına iktidar ve sisteme egemen olmanın verdiği avantajı iyi değerlendiren AK Parti ; liyakat esasını dikkate almadan, kamu ve yerel kadroları kendi ideolojisine hizmet eden kişilerle doldurmuştur. Özelleştirme avantajını da iyi değerlendirerek; ekonomiyi kontrol edecek düzeyde yandaş bir sermaye yapılanmaya zemin hazırlamış, kurumlar kontrol altına almıştır.
Varılan bu aşamada ise AK Parti; sahip olduğu çoğunluk gücüne güvenerek, çoğulculuk anlayışını dikkate almadan, toplumu kendi ideolojisi doğrultusunda dönüştürme gayretlerine hız vermiştir. “Yeni Türkiye” sloganına hizmet edecek şekilde, dinsel değerleri gözeten bir anayasa yapma niyetini ortaya koymuştur. Bu bağlamda; kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran, rejim değişikliğini de içererek düzeyde ve dönüştürücü kapsamda; “Türk tipi” başkanlık veya partili cumhurbaşkanı arzusunu açık etmiştir.
AK Partinin toplum mühendisliğine soyunarak; Cumhuriyet rejimin kazanımlarını kısmen bile olsa, ortadan kaldırmaya yönelik niyetini, dini referans alma gayretlerini söylem ve icraatlarıyla belli etmesi nedeniyle; toplumsal yarılmaya, kamplaşmaya zemin hazırlamıştır. Ayrıca; uygulanan sosyal -ekonomik politikalar sonucu olarak, aşağıda vurgulanan olumsuzlukların yaşanmasına yol açmıştır.
Yakın bir tarihte yayınlanan “Fitch” raporunda; Türkiye’de döviz borçlarının GSYH’ya oranının yüzde 41’e, özel sektör dış borcunun ise 203 milyar dolara yükseldiği değerlendirmesine yer vermiştir. Dış borcun vade yapısının, Cari açık, Sermaye hareketleri (görünmeyen kalemler) ve rezerv durumu da dikkate alınarak yapılan analiz sonucunda ise; Türkiye’nin en riskli ve kırılgan ülkeler konumunda olduğu sonucuna varılmıştır.
Yine açıklanan verilerden; sanayinin milli gelir içindeki payının yüzde 15’e gerilediği, ara mallarda ve yatırım sektöründeki ithalata bağımlılık oranının yüzde 80’e ulaştığı anlaşılmıştır. Yüzde 3.5-4 bandına sıkışan büyümenin ise; ağırlıklı olarak, iç tüketim talebinden ve inşaat sektöründeki gelişmelerden kaynaklandığı öğrenilmiştir.
AK Parti iktidarınca, bilinçli olarak uygulanan gerici eğitim politikaları sonucu olarak, son üç yılda; “İmam-Hatip” okullarındaki öğrenci sayısının 268 binden 900 binlere, Kuran kursu öğrenci sayısı 297 binden 1 milyon 164 bine çıkarıldığı görülmüştür. Bu uygulamalar sonucu olarak; bilişsel eğitimde diğer ülkelerin gerisinde kalınmasına, vasıfsız işgücü kullanımının yaygınlaşmasına, ana ihracat kalemlerinde ise; vasat ve orta dereceli teknolojiye yönelmemize neden olunduğu tespit edilmiştir.
Uluslararası ölçümlemeler arasında yer alan, “Gini” katsayısı verileri; toplumdaki gelir dağılımının eşitlik veya eşitsizlik düzeyini yansıtmaktadır. Bu konuda ki son değerlendirmeler; ülkemizdeki gelir dağılımındaki adaletsizliği çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur.
Ücretlilerin GV paylarının yüzde 55 düzeylerine ulaşmasına karşın; yakın tarihte açıklanan Panama belgelerinin içeriğinden de anlaşıldığı gibi; çok sayıda varlıklı kişi veya kurumların kara para aklamak, vergi ödememek amacıyla, sistemin sağladığı “off-shore” avantajını kullandıkları görülmüştür. Bu olumsuzluğa, kayıt dışı ekonomi ile yeterli mücadele edilmemesinin yol açtığı geçeğiyle bir kez daha yüzleşilmiştir.
Sonuç itibariyle; gerek uluslararası konjonktür, gerek çağımızın dayattığı dışsal sorunlar, gerekse de AK Parti iktidarının uyguladığı hatalı sosyoekonomik politikaların yarattığı tahribat nedeniyle; insanımızın kıstırılmışlık, çaresizlik duygusunu yaşamasına ve toplumsal huzursuzluğa neden olunmuştur.
Saygılarımla,
Cavit İNAM,