Bu sütunda 12.EYLÜL 2016 tarihindeki köşe yazısı “Yargı gibi din de bağımsız olmalıdır “ başlığını taşıyordu.Yazıya bakalım;
“Biliyorsunuz peygamberimizin zamanında mezhepler yoktu. Mezhepler Peygamberimizin vefatından sonra ortaya çıktı. Türkiye Müslümanların büyük bir çoğunluğu hak mezhep olan HANEFİ mezhebinden olduğunu söyler. Ama pek çok kişi kendi mezhebinin kurucusunun hayatını, din ile ilgili bağımsızlık ve adalet mücadelesini yeteri kadar bilmez. Nedense anlatılmaz da…
Mezhebin kurucusu kabul edilen İMAMI AZAM yaşadığı döneme mührünü vurmuş, rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün kendisini din –devlet ilişkileri konusunda büyük Atatürk ile eşleştirdiği çok önemli bir din ve düşünce adamı. Hayatı boyunca o zamanki devlet yönetimi ile çelişmiş, dinin bağımsız olması için çalışmış.
Ebû Hanîfe'nin doğumu, yetişmesi ve bir bilgin olarak parlaması Emevi Hanedanlığı zamanına denk gelir. Ebû Hanîfe’nin ömrünün elli iki yılı Emevî, son on sekiz yılı da Abbasi devleti zamanındadır. O, Emevîler'in Arap milliyetçiliği esaslı yönetim şekline karşı çıkmış, Emevi krallarının, Ehl-i Beyt ve Sahabilere karşı zalimane davranışlarına karşı etkin ve çok mücadele vermiş, bedel ödemiştir.
Emeviler, onun derin ilmini ve etki alanının genişliğini gördükleri Ebû Hanîfe'ye , kadılık teklif ederek yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Bu teklifi Emevîler'in Irak valisi Ömer bin Hübeyre yapmıştır. Fakat Ebû Hanîfe, bu makamın ne niyetle verildiğini sezmiş ve bu görevi kabul etmemiştir. Bunun üzerine hiddetlenen vali, onu kırbaçlatmıştır. Bu durumdan imamı kırbaçlayan zindancı bile etkilenerek valiye, kırbaca devam ederse imamın öleceğini bildirmiştir. Bu zulüm esnasında yanına gelenlere Ebû Hanîfe'nin cevabı ise şöyle olmuştur.
“Eğer vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O bir insanın katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Allah’a yemin ederim ki bu mümkün değil!”
Bütün zorlamalara rağmen Emevî ve Abbâsî saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, daima dinin siyasete alet edilmesine karşı çıkmış, dinin bağımsızlığını savunmuş, yönetim anlayışını onaylamadığı için Abbasi Devleti'nin ikinci halifesi Ebû Câfer "el-Mansûr", Ebu Hanîfe'yi Bağdat'ta hapsettirip işkence ettirmiş ve zehirleterek öldürtmüştür
Karşıt fikirlerin çatışmasından gerçek ortaya çıkar diyecek kadar iktidar-muhalefet ilişkilerini o zaman yakalayan ,islam dininin evrensel olduğunu ve bu nedenle Arap milliyetçiliğinden kurtarılması gerektiğini söyleyen, bu şekilde İslamın gerçek anlamda anlaşılmasını öneren,hurafelere karşı çıkan din-devlet ilişkilerinde bağımsızlıktan yana olduğu için, resmi görevden kaçınan böyle bir şahsın bugün yaşaması halinde başına neler gelirdi acaba? Hiç düşündünüz mü? Camilerde neden böyle bir şahsın hayatı anlatılmaz, anlamam..!
Din de adalet gibi dış etkilerden uzak ve bağımsız bırakılmalı. Dinin siyasete, ticarete alet edilmesi mutlaka önlenmelidir. İşte o zaman aydınlanma ve tam demokrasiden bahsetmek mümkün olur.”
Yazı hala güncel o yüzden yeniden koydum.Diyanet işleri başkanlığı personel yasasının 25 maddesi ; “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluşunun her derecesinde görev alan personel, Memurin Kanununun hizmetliler için yasak ettiği siyasi faaliyetten başka, dini görevi içinde veya bu görevin dışında, her ne suretle olursa olsun, siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve davranışını övemez ve yeremez. Bu gibi hareketleri tahkikatla sabit olanların, ilgili ve yetkili mercilerce işine son verilir” diyor
Yargı gibi gerçekten dinin de günlük siyasetten uzak bırakılması, hakimlerimizin ve din adamlarının bağımsız olması gerekir.O zaman her iki kuruma olan saygı çok daha artmaz mı ? Ne yazık ki; bir idare mahkemesi din adamının bağımsızlık maddesinin iptali için bu ülkede Anayasa mahkemesine başvurabiliyor.Neyse ki AYM doğru bir kararla bu maddeyi iptal etmedi.İmamlar ,bağımsızdır,siyaset yapamaz dedi.Peki uygulama öyle mi ? Bu madde uygulansa kaç imamın işine son verilir acaba ?