Uzun süredir yazmadığım ve gündem çok yoğun olduğu için söze nasıl gireceğimi inanın bilemedim. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı ile başlayalım söze ..
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Blinken Türkiye’ye geldi, muhtemelen son yurtdışı ziyaretlerinden biridir bu. Neden görevi bırakmak zorunda olan ya da zamanı gelmiş olan bir bakan Türkiye’ye gelir? Konunun aciliyeti nedir? En önemli nokta bu.
Görüşme sonrasında aslında her iki ülkenin de konuya ne kadar farklı noktalardan baktıkları ya da önceliklerinin ne kadar farklı olduğunu gösteren açıklamalar yapıldı. Blinken, Suriye’deki IŞID’lilerin kontrol atında tutulması gerektiğini savunup konudan dolayı yardım isterken net bir şekilde Türkiye’de farklı bir şey istedi. O da içeride hareket halinde olan, silahlı olan Kürtlerin terörist olduğunu, PKK’nın YPG’nin terörist olduğunu ve onlara karşı Türkiye’ye yardım etmeleri gerektiğini söyledi.
Bu noktada bir paradoks var. Kürtler küresel meşruiyetlerini IŞID’le çarpışarak aldılar ve onlara karşı zafer kazanarak aldılar. Onlar zafer kazanırken Erdoğan Türkiye’de “Kobani düştü düşüyor” açıklaması yapmış ve tüm Kürtleri de sokaklara dökmüştü. Suriye’ye bu iki farklı noktadan bakışa bizim nasıl bakmamız gerekiyor?
Bir çatışma yok sadece yeni Suriye şekillendirilirken herkes elindeki kartları ikili ilişkilere katkı yapacak şekilde kullanacaktır. Türkiye tabii ki IŞİD konusunda temkinli olacak ve Amerika’nın istekleri doğrultusunda hamleler yapacaktır. Amerika Birleşik Devletleri de Türkiye’nin tüm isteklerini olmasa da yerine getirecektir. Mesela Fırat’ın batısına Kürtlerin geçmemesi konusunda hemfikir oldukları görünüyor ya da Kürtlerin elinde bulundurdukları toprakların bir kısmını HTŞ yönetimine devretmesi konusunda hemfikir oldukları görünüyor. Yani yeni Suriye şekillendirilirken Türkiye masada ve Türkiye’nin masada oluşu nedeniyle iç politikada bazı farklılaşmalara gidilecek. En azından kısa vadeli olarak bunun iç politikada dengeleri değiştirdiğini göreceğiz.
Ne kadar doğru bilmiyorum ama dün ilginç bir haber duydum. Sınıra yakın altı Dürzi köyünün İsrail topraklarına katılma taleplerinin olduğunu açıklamışlar. Bu, farklı mezheplerin, azınlıkların Sünni İslamcı kesimden ne kadar korktuğunu, farklı İslam ve din algılarının Sünni İslamcılardan ne kadar korktuğunu gösteren bir haber. Tabii haber doğruysa … “İsrail boyunduruğu altında yaşarım HTŞ boyunduruğu altında yaşamam” anlamına geliyor. Suriye’yi yönetecek olan yeni aktörlerin bu fotoğrafa çok dikkatli bakması gerekiyor. Bence tüm dünyadaki İslamcıların bu fotoğrafa iyi bakması gerekiyor. Oldukça marjinal bir örnek ve açıklama. Ama bu cihatçılık, yayılmacılık, neo emperyalist bakışlar az ya da çok herkeste var.
Sorumluluk üstlenmeye devam etmek …
Erdoğan dün “Karabağdan Balkanlara Suriye’den Ukrayna’ya sorumluluk üstlenmeye devam ediyoruz” dedi. Sorumluluk üstlenmeye devam ediyoruz bir cümle değil. Hiçbir anlamı yok, karşılığı yok ama hukukun içinde kalarak kendi tabanına bir mesaj gönderiyor. Her zamanki gibi başarılı bir siyasal iletişim örneği. Cumhurbaşkanımız “Biz Osmanlı coğrafyasında etkin bir aktörüz, oralarda dengeleri değiştiriyoruz” diyor.
Aslında bu çok övünülecek bir şey değil. 90’lı yıllarda Balkanlar kana bulandı, Suriye’de milyonlarca insan evinden oldu, yüz binlercesi öldü. Buradan çıkıp tepinerek zafer kutlamak, bir şey yapmaya çalışmaktan önce insanın birazcık utanması, öngörülerinin ne kadar yanlış olduğunu görmesi, Rusya ve İran oradan çekilmek zorunda kalıncaya kadar en ufak bir değişikliğin yapılamadığını, hanelerin yıkıldığını, bir ülkenin bir daha belki de kolay toparlanamayacak şekilde darmadağın olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Esad rejimi yıkılmayı hak ediyordu …
Şüphesiz Esad rejimi yıkılmayı hak ediyordu. Zalim bir rejimdi ama yerine kurulacak sistemin çok çok dikkatli bir şekilde kurulması gerekiyor. Dürzilerin İsrail topraklarına katılma önerisi eğer bir propaganda değilse, bu örnekten çıkartacağımız çok fazla sonuç olması gerekiyor.
Peki, Esad rejimi devrildikten sonra bu veriler Türkiye’nin iç politikasına ve partilerin oy oranlarına nasıl yansıdığını ölçen bir çalışma geldi. Bu ilk çalışma ne kadar doğru, veriler ne kadar sağlıklı bilemiyorum. Neden bilemiyorum? Çünkü kıyaslama şansım yok başka bir çalışma bana gelmedi. Fakat şunu söyleyebiliriz; sıcağı sıcağına bu fetihçi ruhun bir karşılığı olduğunu anladım.
Fetihçi ruh yükseliyor ama
Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından AKP tekrar birinci parti görünüyor. Oy oranı yüzde 32.5. Devasa bir oy patlaması yok ama 1-2 puan AKP cephesine geçmiş durumda. CHP’de çok ufak bir erime var. Bu hata payı dahilinde bir erime. Yüzde 31’e yakın bir oy oranı var. Olduğu yerde duruyor diyebiliriz. MHP ve DEM Parti 9 küsürlerde. Bu iki parti hep böyle çıkıyor. İYİ Parti 5.2 Zafer Partisi 3.4 YRP 3.2 ve ilginç bir sonuç Anahtar Parti, daha anahtarı kapıya takalı birkaç ay oldu diyebiliriz, yaklaşık yüzde 2 oranında oy alıyor. Çok yeni kurulmuş bir parti için inanılmaz bir oy oranı diyebiliriz. Bu oy oranlarının kalıcı olup olmayacağını bu fetihçi ruhun üstünden birkaç hafta geçmesini bekleyerek görmek gerekiyor. Bu bir gazla, şu andaki yoğun haber ve yorum trafiğiyle ortaya çıkmış bir oranı olabilir, birkaç hafta sonra yapılacak ölçümlerde çıkacak fotoğrafa göre insanlar Suriye’yi konuşmak duymak dinlemek bile istemiyor olabilir.
İmamoğlu dış politika konuşursa …
Bugün İmamoğlu Suriye hakkında bir açıklama yaptı. Bunu neden yazıyorum? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ama dış politika hakkında açıklama yapmak zorunda kalıyor. Neden? Şundan dolayı? Çünkü parti net bir duruş sergileyemedi. Esad rejimi devrilirken “Esad’la da konuşulsun” açıklaması yapıldı. Gerçi Özgür Özel bunu kısmen düzeltti, “devletin verileri elindeyken” diye benzer bir açıklamayı Erdoğan da yaptı. Bu da bize şunu gösteriyor; zaferi Erdoğan’ın istediği aktörler kazanmadı. HTŞ, Erdoğan’ın istediği bir numaralı aktör değildi. Belki de Esad rejimiyle doğrudan bağlantıya geçebilmek Erdoğan’ın ilk tercihiydi ama zafer kazanan cephede fotoğraf vermenin avantajlı olacağını düşündüğü için o kareden fotoğraf vermeye başladı.
Nerede kalmıştık? İmamoğlu’nda. İmamoğlu “Yıkımın sorumlusu yalnızca halkına baskı kuran ve halkını yok sayan otokratik rejim değil, ülkenin etnik ve dini farklılıklarını çıkarları için kullananlardır” diyor. İmamoğlu çok da sevinilmemesi gerektiğini, burayı yakıp yıkan etnik ve mezhepçi duruşun karşılığının olmadığı, ülkeyi getirdiği durumu ve buradan dersler çıkartılması gerektiğini savunuyor. Cumhurbaşkanlığı yönünde adaylığını belirgin kılabilmek için siyasi açıklamalar yapmaya devam ediyor.