“Sözün Büyücüsü”, “Türkçenin Katıksız Kanı, Son Destancısı”,“Bin Bir Çiçeğin Bahçıvanı, Kültür Bahçesi”, “Yer Yaşar, Gök Kemal”, “Türklerin En Kürdü, Kürtlerin En Türkü”, “Çukurova’nın Destancısı
Ünvanlarıyla da tanımlanan Yaşar Kemal’in ölümü, sanat ve edebiyat dünyasında, barıştan, demokrasiden ve özgürlükten yana çevrelerde, iç ve dış basında büyük bir kayıp olarak değerlendirilmiş, üzüntü yaratmıştır. Yazılı ve görsel basın ölüm haberini; “Bir Yanardağ Söndü” ve “Kimse Onun Kadar Sevilmedi” başlıklarıyla yer vermiş, büyük ustanın cenazesi edebi ve insani kişiliğine yakışır bir katılım ve minnet duyguları içinde, Zincirlikuyu mezarlığında ilk eşi Thilda’nın yanına defnedilmiştir.
92 yıllık hayatına, roman, deneme, şiir, öykü, destansı roman, çocuk romanı ve çeviride dahil olmak üzere 50’ye yakın eser ve sayısız röportaj sığdırmıştır. Eserleri Fransızca, İngilizce, İtalyanca başta olmak üzere yaklaşık 40 dile çevrilmiş ve 140’a yakın baskısı yapılmıştır. Bütün bu süreçte yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödül, nişan kazanmış, ikisi yurtdışında olmak üzere 7 ayrı fahri doktora unvanı verilmiş, “Nobel Edebiyat Ödülü”ne aday gösterilen ilk Türk yazar olmuş ve yıllarca bu adaylığı tekrarlanmıştır.
Ölümü ile ülkemizde ve dünyada büyük yankı uyandıran Yaşar Kemal’i büyük yapan: edebi kişiliği ve sanatçı özelliği yanında, kocaman yüreğiyle tüm insanlığı kucaklayan sevgisi ve barışa olan inancını da katmak gerekmektedir. Onun, “Benim kitaplarımı okuyan ; Katil olmasın, savaş düşmanı olsun, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın, kimse kimseyi aşağılamasın, kimse kimseyi asimile edemesin. Benim kitabımı okuyanlar yoksullarla birlikte olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitabımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar”, söylemi yaşam felsefesini ve mücadelesini özetlemiştir. İlkeli duruşu, mütevazi kişiliği ve halkçı özelliği ile toplum vicdanında karşılık bulmuş ve çok sevilmiştir.
Cumhuriyet tarihimizle koşut bir yaşam geçmişine sahip olan Yaşar Kemal ; İnsan, çevre ve doğa ilişkilerinden çok etkilenmiş, sosyo-ekonomik gelişmeleri ve toplumsal değişimi izlemiş, yaşananları, çağına tanıklık eden bir romancı gözüyle kitlelere aktarmıştır. Bu bağlamda, büyük yazarı tanımlama ve anlamlandırma açısından, yaşamöyküsü bilmenin gereğini bize hatırlatmıştır.
Van’da yerleşik bir Kürt aşireti olan ailesi Rus harbi sırasında saldırıya maruz kalmış, Çukurova’ya göç etmiş, bir Türkmen köyü olan, Osmaneli’ne bağlı Hemite (Göğçeli)’de iskan edilmiştir. Yaşar Kemal 1923 yılında bu köyde dünyaya gelmiş, beş yaşındayken, bir kan davası nedeniyle babasını, bu yaşlarda bir kaza nedeniyle sağ gözünü kaybetmiştir. Annesinin ve amcasının katkılarıyla yaşamını sürdürebilmiş, ortaokul son sınıfında, öğrenimine son vermek zorunda kalmıştır. Bundan sonraki yaşamını; patos ırgatlığı, çiftçi katipliği, traktör sürücülüğü, pirinç tarlasında su bekçiliği gibi birçok işlerde çalışarak sürdürmüştür.
Yaşadığı coğrafyanın ve sosyolojik dayatmaların sonucu; sülalenin bir kısım fertlerinin eşkıya olarak dağlarda yer alması, dayısının bir çatışma sonucu öldürmesi ruhsal dünyasında derin bir iz bırakmıştır. Ayrıca, ailesinin sözlü edebiyata olan bağlantısı da, ilgi alanının oluşmasına büyük katkı yapmıştır. Küçük yaşından itibaren dengbej (sözlü anlatı halk sanatçıları), ağıt yakan halk ozanlarına, özellikle Karacaoğlan, Dadaloğlu’na büyük ilgi duymuş, onları yakinen takip etmiş, köy köy dolaşarak folklor derlemesi yapmıştır. 16 yaşındayken, ilk şiirini (Seyhan)’ı, “Adana Halkevi Dergisi” olan “Görüşler “de yayımlamıştır. Varlık, Kovan, Ülkü, Millet ve Beşpınar dergileri de şiirlerine yer vermiş, ağıtlar adlı derlemesi yayımlanmıştır.
Geçim sıkıntısı nedeniyle çalışmak zorunda kalması, kendisine yeni fırsatlar yaratmıştır. 1942 yılında Adana Ramazan oğlu Kitaplığı’nda çalıştığı sırada Orhan Kemal’le tanışmıştır. Yine bu yıllarda, Adana’da, Abidin, Arif, Güzin Dino ile Pertev Naili Boratav ve Nurullah Ataç ile ilişki kurmuş, bu temaslar edebi kişiliğinin gelişmesine ve yeni fırsatlar bulmasına katkı yapmıştır. Bu sayede, 1952 yılında Cumhuriyet Gazetesi yazın kadrosuna katılmış, büyük yankı uyandıracak röpörtaj dizisine başlamıştır. Aynı yıl, ilk Öykü kitabı “Sarı Sıcak” yayımlanmış, hayatında büyük iz bırakacak ilk eşi Tilda ile evlenmiştir.
Feodal yapının hüküm sürdüğü, Çukurova’nın özelliği gereği, pamuk ve çeltik tarlalarında çalışmak üzere Anadolu’dan gelen mevsimlik işçilerin çalışma koşulları ve yaşadıkları dram, Yaşar Kemal’i derinden etkilemiş, ezilenlerden yana tavır almasına neden olmuştur. Bu durum, o devirde egemen olan siyasi sistemi rahatsız etmiş, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1950 yılında Kozan cezaevinde 1 yıl yatmış, çıktıktan sonra uğradığı baskılar sonucu, 1951 yılında İstanbul’a göç etmiştir.
Yaşadığı ailevi ve toplumsal olaylar, beslendiği doğa ve beşeri oluşumlar yanında; bölgenin feodal yapısı, ağalık düzeni, işçilerin ağır çalışma koşulları Yaşar Kemal’a halkın sesi olma sorumluluğunu yüklemiştir. Bu tarihi misyon çerçevesinde; 1955 yılında Teneke romanından sonra, önceki yıllardan ön hazırlığını yaptığı ve tasarladığı İnce Memed 1 romanını yayımlamış, çok büyük bir yankı ve ilgi uyandırmıştır. Romanı güçlü ve etkin kılan olgu; anlatım tekniği yanında, toplumsal gerçeği çok iyi yansıtması ve feodal düzeninin işleyişini deşifre etmesi olmuştur.
1962 yılında Türkiye İşçi Partisi’nde başladığı siyasi yaşamını, 1968 yılında sonlandırmıştır. Yaşar Kemal ile yapılan bir söyleşide; partili olma yanlışlığına vurgu yaparak, bu dönemdeki siyasi faaliyeti nedeniyle, edebiyat ile ilgili uğraşına yeterli zaman ayıramadığından yakınmış, bu nedenle pişmanlık duyduğu saptamasına yer vermiştir.
Siyası çalışmalarını askıya alması ve sonlandırmasından sonra edebi üretime devam etmiş, yapıtlarının toplumda ve dünyada karşılık bulması Yaşar Kemal’i heyecanlandırmış ve teşvik etmiştir. Toplumsal değişim ve dönüşümü en yalın ve çarpıcı biçimde ve yetkinlikle dile getirmiştir. Makineleşmenin egemen olduğu yeni tarım kapitalizmi karşısında, kadim bir kültürün uzantısı olan, Toros Yörükleri’nin eski göçebe üretim biçimiyle tutunamayıp, ağır, ağır çözülüşü ve yok oluş öyküsünü, 1971 yılında kaleme aldığı “Binboğalar Efsanesi” adlı romanında büyük bir yetkinlikle dile getirmiştir. Yaşar Kemal anlatımlarının doruğa çıktığı, öbür romanlarından farklı bir roman dili yarattığı eserleri ise, 1972 yılında yayımladığı “Demirciler Çarşısı Cinayeti”, “Yusufçuk Yusuf” romanları olmuştur.
Emekten, doğadan, barıştan, eşitlikten, özgürlükten, farklılıklar içinde birlikte yaşamadan yana tavır alan, bu ilkeler doğrultusunda üretim yapan Yaşar Kemal düzen ve egemen güçlerle çatışmaya girmekten ve değişik tarihlerde, takibe uğramaktan kurtulamamıştır. Tüm yıldırma çabalarına karşın, düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak ifade etmekten geri kalmamış, bu onurlu duruşu ülkemiz ve dünyada takdir ve destek bulmuştur.
Yaşar Kemal, 2012 yılında “Bir Ada Hikayesi” dörtlüsüne; “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” romanı ile başlamış, “Karıncanın Su İçtiği” ve “Tanyeri Horozları ile devam etmiş, son kitabı “Çıplak Deniz Çıplak Ada” ile tamamlamıştır. Anılan romanda; , savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistan’a gönderilen Rumların terk ettiği bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını konu almıştır. Çukurova’nın bağrından çıkmış, kara kültürü ile beslenmiş bir anlatıcının, böylesine bir ada ve deniz kültür esintisini yansıtması heyecan ve şaşkınlık yaratmış, beğeni ile okunmuştur. Anılarından, 1951 yılında İstanbul’a göç sonucu, parasızlık nedenliyle bir dönem, Gülhane parkını kendisine mesken seçtiği, köprüde balık tutarak bir süre geçimini sağladığı, sonraki yıllarda da bu ilgisi devam ettirdiği, denize ve balık tutkusunun roman kurgusuna katkı yaptığı tahmin edilmiştir.
Büyük yazarın ülkemizde olduğu kadar, dünyada da tanırlılığına ilginç bir anekdotuna Sayın Zülfi Livanel’li bir söyleşisinde yer vermiştir; “...Cannes film festivalindeyiz, bir kahvenin terasında oturuyoruz. Hırpani kılıklı bir Fransız sarhoş masamıza yanaşıyor. Yaşar Kemal bahşiş veriyor. Bir arkadaşımız dilenciye Fransızca; “Bu mösyöyü tanıyor musun? diye soruyor, sonra ekliyor Yaşar Kemal diye tanıtıyor. Ben içimden, amma da soru ha, sokakta yatan kalkan adam nereden tanısın? Sarhoş gözlerini kısıyor, Yaşar Kemal’e bakıyor, sonra ağzından şu kelimeler dökülüyor, “Memed le bandit” , yani “Eşkıya Memed” açıklamasını duyunca ağzım açık kalıyor. Böylesine bir tanırlığa herkese nasip olamayacağı ve Yaşar Kemal’in ne denli büyük ve halkçı bir yazar olduğunu bize, Fransız sıradan bir vatandaş hatırlatması ilginç bulunmuştur.
Evet, “Bir Yanardağ Söndü”, acımız büyük. İnsanlığın vicdanı ve onuru olduğu için “Kimse Onun Kadar Çok Sevilmedi”. Eserlerini tanıtılmasının, gençlere kitaplarını okuma olanağının sağlanmasının, daha mutlu, sevgi dolu bir ülke yaratma, toplumsal barış ve hoşgörüye katkı yapması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşar Kemal’in önemseyen sanatçı dostları veya kurumları, bir vakıf çatısı altında bir araya gelerek bu ideale hizmet etmesi hedeflenmelidir.
Hatıran önünde saygıyla eğiliyorum sözün büyücüsü büyük yazar, insan Yaşar Kemal, ışıklar içinde yat.
Saygılarımla,
Cavit İNAM,