Osmanlı İmparatorluğu, büyüklüğünün ve çok kültürlü yapısının bir gereği olarak asırlarca farklı milletleri ve dinleri bünyesinde barındırdı.
Bu geniş coğrafyada adaletin ve düzenin sağlanması için bir "devşirme" sistemi kurmuş, farklı etnik kökenlerden gelen bireyleri devletin en yüksek makamlarına taşımıştı. Ancak özellikle son dönemde, bu sistem Osmanlı’nın faydasına olmaktan çıkıp, devleti içten içe kemiren bir yapıya dönüştü. Bugün, benzer bir tehlike Cumhuriyetimiz için de söz konusu olabilir mi?
Osmanlı'da devşirme kökenli birçok sadrazam ve paşa bulunuyordu. Bunlar arasında en meşhuru şüphesiz Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’dır. Fakat bu uygulamanın ağır bedelleri de oldu. Devşirme sisteminin bozulmasıyla beraber, Osmanlı bürokrasisi ve diplomasisi, özellikle son dönemlerde, kendi milletine yabancılaşmış kişilerle doldu. Ermeni ve Rum asıllı devlet adamlarının artık isimlerini veya dinlerini dahi değiştirmeye gerek duymadan önemli mevkilere geldiği bu dönem, İmparatorluk için sonun başlangıcı oldu.
Bu noktada durup düşünmek gerekir: Osmanlı’nın içine yerleşmiş ve devlete sadakat göstermeyen bu Yanni’ler, devşirildikleri halde hiçbir zaman tam anlamıyla "Kani" olmadılar. Yani, Osmanlı kimliğini ve değerlerini benimsemediler. Aksine, kendi kökenlerinden gelen başka hedeflere hizmet ettiler. Sonuç? Osmanlı’nın çöküşüne hız kazandırdılar.
Peki, bugünün Türkiye’sinde durum farklı mı? Maalesef, benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Bugün devletin önemli kademelerinde yer alan, isimleri Ahmet, Mehmet olsa bile, iki kuşak önce Ermeni veya Rum kökenli olan kişiler, ne kadar "Kani" olmuşlardır? Veya gerçekten bu ülkenin menfaatlerini mi gözetmektedirler?
Elbette bu tartışma, etnik kökene indirgenemez. Mesele, bir kişinin soyu değil, sadakati ve aidiyetidir. Ancak tarih bize gösteriyor ki, milletine ve devletine bağlı olmayan kişiler, ister devşirme olsun ister yerli, bu topraklara en büyük zararı vermişlerdir. Bugün, kökeninden bağımsız şekilde, devletin imkânlarını kendi çıkarları veya başka ülkelerin çıkarları uğruna kullanan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin altını oyuyor.
Kırk yıllık Yanni, olur mu Kani? Olmaz. Çünkü Kani olmak, bu topraklara inanmak, benimsemek ve gerektiğinde her şeyini bu ülke uğruna feda etmek demektir. Ancak Yanni’ler için bu topraklar sadece bir araç, bir basamaktır. İşte bu nedenle, her makam sahibine şu soruyu sormak zorundayız: Sen gerçekten Kani misin? Yoksa bir Yanni olarak mı aramızdasın?
Unutmayalım ki, milletine sadakat göstermeyen bir kişinin aldığı makam, sadece o koltuğu değil, o koltuğun temsil ettiği tüm değerleri de tehdit eder. Tarih, milletine ihanet edenleri affetmez. Bugün, geçmişten aldığımız derslerle geleceğimizi korumak zorundayız.
Son söz: Bu ülke, Yanni’lerin değil, Kani’lerin omuzlarında yükselecektir.