"Kredi Değerlendirme Kuruluşları" kurumsal bazda, makro verilere bakarak, yatırımcıyı bilgilendirme ve yönlendirme gibi çok önemli bir işleve sahip olduğundan; kararları uluslararası ekonomi çevrelerinde büyük önem taşımaktadır.
Daha önce Standard&Poor'sun, darbe girişiminden sonra yaptığı gibi, bu kez de; Moody'sin Türkiye'nin kredi notunu, Baa3 seviyesinden, Ba1'e, yani yatırım yapılabilir düzeyinin altına, çöp seviyesine indirmiş olması kamuoyunda şok etkisi yaratmıştır. Sistemin üçüncü geçerli kuruluşu olan Fitch'in de, darbe girişiminden sonra, Türkiye'nin notunu negatif izlemeye almış olması da, olayı dramatik hale sokmuştur.
Uluslararası yatırım veya finansal kuruluşlarının fon yöneticileri, bir ülkeye yatırım kararı alırken; "en az iki derecelendirme kuruluşundan yatırım yapılabilir nota sahip olma şartını" arama zorunda olmaları kararlarını önemli kılmıştır. Bu bağlamda; fon girişini direkt etkilediği için, not indirim kararı, ekonomi çevrelerinde veriler ışığında tartışılmaya başlanmış, kısa vadeli sonuçları şimdiden (borsa endeksi, döviz fiyatı), orta ve uzun vade de ise; yüksek maliyetle borçlanma zorunda kalınacağı gerçeğı genel kabul görmüştür.
Ülkemizin müzmin sorununu; ulusal tasarruf toplamı ile, yatırım tutarı arasındaki açığı tanımlayan cari açık (döviz açığı) oluşturmuştur. Türkiye'de tasarruf oranı ise yüzde 14'ler gibi düşük bir düzeyde bulunmasına karşın, bu oranın ortalama olarak Avrupa'da yüzde 21, dünya genelinde yüzde 25 düzeyinde seyretmesi ekonomimiz açısından önemli bir zaafiyetimizi oluşturmuştur. Sözkonusu olumsuz durum ise, ülkemizin tahminen yıllık 30 milyar dolar düzeyinde seyreden cari açık sorunu ile baş başa kalmasına neden olmuştur.
Ülkemizin 420 milyar dolar düzeyinde seyreden toplam dış borcunun yaklaşık 220 milyarlık özel sektörün borcu oluşturmaktadır. Büyük ölçüde; özel tüketim harcamaları ve inşaat sektörü faaliyetlerince desteklenen, cari yıl içinde, yıllık yüzde 3-3.5 düzeyinde seyredeceği tahmin edilen büyüme rakamı ile toplam sözkonusu borç yükünün yönetilmesinin zorluk taşıyacağı öngörülmüştür.
Ayrıca, kalkınma ve ekonomi politikalarındaki yanlış uygulamalar: Haziran-2016 sanayi üretim endeksindeki yüzde 1.4'lük azalışta da ifadesini bulan; yıllar itibariyle sanayi yatırımlarında gerilemesine karşın; inşaat ve hizmet sektörlerinin öne çıkılması ve teşvik edilmesi yanında, iç talebin özendirilmesi şeklinde somutlaşan politikalar, yıllar itibariyle sürdürülebilir büyümeyi sorunlu hale getirmiştir.
Hatalı ekonomi politikalarının ortaya çıkardığı sorunlar; Eşitsizlik. Borçluluk, İşsizlik ve Eğitimsizlik alanlarında yoğunlaşmış olduğu gerçeği, TUİK tarafından yakın tarihte açıklanan verilerle de açık ve net olarak ortaya konmuştur.
En yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grup milli gelirden yüzde 46.5, en düşük yüzde 20'lik grup ise yüzde 6.1 oranında pay alabiliyor olması yanında; aylık geliri 520 TL'den az olan, nüfusun yüzde 14.7'si yani 11.2 milyon, 624 TL'den az olan 16.7 milyon ile birlikte toplamda 27.9 milyon insanımızın yoksulluk sınırının altında yaşamak durumunda kalınması sistemin açmazı olarak yorumlanmıştır.
Öte yandan; hane halkının 100 liralık gelirinin yüzde 55' inin borç ödemelerine ayırmak zorunda kalması, 796 bin 402 kışi kredi kartı borcunu ödeyememesi yanında, son veriler işığında yüzde 10,2 düzeyinde seyreden işsizlik rakamı da acilen çözülmesi gereken sorunlar olarak ekonomi gündeminde ön almıştır.
Sonuç itibariyle; açıklanan veriler ışığında, ekonomi poltikalarında revizyon ihtiyacı kendini ortaya koymuştur. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, ifade özgürlüğü, şeffaflık, hesap verirlilik ilkeleri bağlamında, üretime dayalı, tarım ve sanayi öncelikli yeni ekonomi politikalarına yer verilmesi gerekmektedir.
Saygılarımla,
Cavit İNAM,