Röportaj serimizin bu haftaki konuğu Hizmet-İş Sendikası Kocaeli Şube Başkanı İdris Ersoy.
Sendikal hayattan, taşeronlaşmaya, işverenler sendikasından asgari ücrete kadar geniş bir yelpazede tüm sorularımızı içtenlikle yanıtlayan İdris Ersoy, “Bir söz vardır; savaşta ülke fakirlerindir, barışta zenginlerindir. Biz savaşta da, mücadelede de çalışanlar olarak varız. Ülke huzura ve refaha kavuştuğunda da bir kenara itilip zengin ve güçlülerin söylediklerinin olmaması lazım. Bu denge inşallah kurulur diye umut ediyoruz” diyerek çalışanların onuruyla yaşayacak ücret verilmesi gerektiğini belirtti.
Ersoy ayrıca Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda konfederayonların da katılacağı bir yapı ve eşitlik ilkesine dayanan, sadece kararın işveren ve hükümetce verildiği bir yapı değil; müzakereler sonunda ortaya çıkacak, işçilerin onuruyla yaşayabilecek bir ücretin takdir edildiği bir komisyon oluşması gerektinin altını çizdi.
-Sizi tanıyabilir miyiz?
1975 Trabzon doğumluyum. 6 yaşında Gebze'ye geldik ve o zamandan beri Kocaeli'de ikametgah etmekteyiz. Lise mezunuyum. Üniversiteyi açıköğretimden kamu yönetim okuyordum ama bıraktım. 1994'te Gebze Belediyeyesi'nde çalışma hayatına başladım. 2000 yılında işyeri sedika temsilcisi, 2006 yılında profosyonel şube sekreteri ve 2008'de de şube başkanı olarak sendikal hayatımızı sürdürmekteyiz. Yaklaşık 11 senedir profosyonel sendikacı olarak sendikal hayatımızı sürdürüyoruz.
-Şube başkanı olduktan sonra ilk icraarınız nedir?
Şöyle ifade edeyim; gazetecilik alanı da teknolojiye göre hızlı bir şekilde gelişiyorsa sendikacılıkta da çağa ayak uydurma, gelişen durumlara göre pozisyon alabilme durumu muhakkak olacaktır. 2008'de şube başkanı olduğumda belli bir sayı vardı. yaklaşık bin 500 civarında üyemiz vardı. Ondan sonra da özellikle sendikanın şube başkanı seçildikten sonra yeni bir yapılanma, yeni bir yüz oluyor. Dolayısıyla öncelikle kendimizi çalışma hayatı içinde üyelerimize tanıtma ve kabul ettirme adına çalışma arkadaşlarımızla birebir temas etme anlamında büyük çaba sarf ettik. Daha sonra da 2009'da belediyelerin birleşmesi oldu. Belde belediyeler kapandı, ilçe belediyelere bağlandı, yeni belediyeler oluştu. Dolayısıyla orada kendimizi bu şekilde örgütleme içinde bulduk. İlk icraatımız Büyükşehir Belediyesi'nde ve İSU Genel Müdürlüğü'nde örgütlenme oldu. O tarihte yaklaşık 3 bine yakın çalışan vardı. Buradaki arkadaşlarımızın Hizmet-İş Sendikası'na geçirme çabamız oldu ve ilk icraatımız bu arkadaşlarımızla temas etme noktasından sonra da en büyük icraatımız çalışma ve sendikal hayatımızın içinde Büyükşehir Belediyesi'nde örgütlenme oldu diyebiliriz.
-Yani Büyükşehir'le örgütlenmenin ardından sendikanızı güçlü bir noktaya getirdiniz...
Ondan sonra ilçe belediyelerinde örgütlenme, akabinde taşeron yasasının çıkmasıyla taşeronda örgütlenme, onun içinde de Büyükşehir Belediyesi'nin iştiraki olan ve bin 100 kişinin çalışmış olduğu Belde A.Ş.'de de örgütlenme çalışmalarımız sonuca bağlandı. Dolayısıyla bugün bin 500 gibi aldığımız yapıyı yaklaşık 7 bin civarına taşıyabildik. Çalışmamızın sonucu meyvelerini verdi. Büyük bir yapı. Büyük bir yapının sorunlarıyla ilgilenmek, iç arkadaşlarımızla temas etmek, dokunmak, onlarla yüz yüze oturup konuşabilmek çok önemli. Çünkü işçi arkadaşlar muhakkak sendikasını, şube başkanını yanında görmek ister. İşyerlerine yetişebilme anlamında her gün bir yere gidebilsen diğer işyerine ancak 2 ay içinde sıra geliyor. Dolayısıyla o tempoyu hızlı yakalamak gerekiyor. Gitmesen olmuyor çünkü sorunlar var, sorunların ifade edilebilmesi, arkadaşlarla temas edilmesi önemli. Dolayısıyla günlerimiz yoğun bir şekilde geçiyor.
-Eskiden sosyal sendikacılık mı ücret sendikacılığı mı diye tartışılırdı. Ücret sedikacılığı ön plana çıkıyordu. Şimdi durum nedir?
Şunu ifade edeyim; tabi sendikacılıkta işçi arkadaşlarımızın sendikadan beklentisi öncelikle ücrettir. 80 öncesi işçi arkadaşlarımızın ücret sendikacılığı yapılması hususundaki bu mücadelesiyle bugünkü mücadele belki o noktada değil ama o günkü ücretle alakalı mücadelenin şekli bugüne baktığımızda değişik. Çünkü biraz daha ekonomimiz düzeldi diyebiliyoruz. özellikle bizim işkolumuzda yani belediyelerde geçmişte çok büyük sıkıntılar çektik. Özellikle 90'lı yılların sonunda başlayıp 2009 yılına kadar her belediyede yaklaşık 10 bin TL, 20 bin TL alacağı olan işçi arkadaşlarımız vardı. Ama bugün belediyelerde böyle bir sıkıntı yok. Benim örgütlü olduğum belediyede işçi arkadaşların alacağı yok.
-Bu işin sırrı nedir? Çok mu başarılısınız yoksa gelirler mi arttı?
Sırrı şu; 2009'da belde belediyelerin kapanmasıyla beraber ilçe belediyeler kurulup Büyükşehir Yasası'na geçildikten sonra biraz daha belediyeler rahatladı. gelir kaynakları arttı, hizmetlerin ağırlığı Büyükşehir'in sırtına yüklendi. Dolayısıyla ilçe belediyelerde biraz daha hizmet alanı azaldı ve paranın harcanma alanında dengeli bir dağılım oldu. Burada o anlamda bize fayda sağladı. Ama 2009'dan sonra da bazı belediyelerde ödemeyle alakalı sıkıntı çıktı, alacağımız olan belediyeler oldu. Parası belki vardı, azdı, bilemiyorum ama vermeyen belediyelerle mücadele verdik. İşçinin içeride birkaç bin lira içeride alacağı birikti. Ona rağmen biz bunlarla mücadele yaptık. Gerek basın yoluyla, gerek hukuk yoluyla yaptık ve arkadaşlarımızın mağduriyetini giderdik. Burada tabi eskiye nazaran kıyaslandığında kamudaki belediyelerin ekonomik düzeylerinin yükselmesi etkili olmuştur. Hep biz başardık, masaya yumruğu vurduk, aldık dersek bir haksızlık olur. Yer yer bizim de mücadelemiz muhakkak oldu. Şunu iyi biliyorum; 2009'da belde belediyeler birleşirken o ara İZGAZ'ın satışı vardı Büyükşehir'in. Oradan da çok hatırı sayılır bir para geldi Büyükşehir’e. O zamanki genel sekreterimiz, şimdiki Antalya Valisi olan Sayın Münir Karaloğlu ile görüştük. Böyle böyle sıkıntılar var, ilçe ve belde belediyelerde işçinin alacağı had safhaya geldi, İZGAZ satılıyor ve İZGAZ Kocaeli'nin değeri. Dolayısıyla buradan biraz daha pay bu işçi arkadaşlarımızın mağduriyetinin giderilmesi hususunda ayrılması lazım. Bazı müzakereler sonucu Büyükşehir gelen paradan sağ olsun bizim bu teklifimizi de göz önüne alarak kendince doğru olanı yaparak oradaki arkadaşlarımızın borçlarını bitirdi ve aynı zamanda da belediyelerin de biraz rahatlamasına sebep oldu. Burada bizim hiç mücadele ruhu olmadan ama akılcı bir yöntemle bu işin önünü açtık.
-Kanayan bir yara, herkesin tartıştığı fakat hiç fazla da sonuç elde edilmeyen konu taşeron işçiler yasası. Belediyedeki taşeronların durumu nedir?
Gerçekten çalışma hayatımızın en büyük sorunlarından biri taşeron. Özellikle kamuda çalışan ve sayısı 1 milyona ulaşan taşeron sistemi maalesef sendikal hayatımızı zora sokan bir olgu. şahsım adına kapitalist sistemin bir öngörüsü olarak görüyorum. Çünkü burada eskiden şunu çok duyduk; Avrupa Birliği özellikle ilk üye olma aşamasında ve kamuda çalışan işçilerin maaşın yüksekliğinden bahsediliyordu. O gün bunların tazminatını verelim, bunları işten çıkaralım, tekrar düşük ücretle alalım deniliyordu. Baştan ne planlandı da bu taşeron sistemine geldi bilmiyorum ama bugün bu taşeron sistemi alabildiğine ilerlemeye başladı. 100 bin, 150 binlerden başlayan taşeron bugün sadece kamuda 1 milyona ulaştı. dolayısıyla kamunun iş kanunumuza da uymayan bir sistemde bunun ilerlemesi davaların konusunu, mahkemelerin yükünü artırmaya başladı. Neden; çünkü taşeronlaşma kanununa göre çok mücbir sebeplerden, teknolojik sebeplere dayanarak yapılması lazım bazı işlerin. Örnek olarak söylüyorum Orhangazi Köprüsü yapılıyor. Bu teknolojik yanı. Bunun taşeron ile yapılması mümkündür veya diğer teknolojik işler anlamında metro, Avrasya Tüneli gibi. Bunlar yapılabilir ancak belediyelerde kanunun tarif ettiği kadrolu işçilerin yapması gereken asil işin maalesef taşerona verilmesiyle beraber aslında hukukun da çiğnenmesine, iş kanununun çiğnenmesine sebep oluyor. Ve açılan davalarda işçi arkadaşlarımız asıl işi yaptığına dair mahkeme kararlarını alarak belediyelerden ve kamudan haklarını almakta. Dolayısıyla burada bir sıkışma söz konusu. Bu sıkışmayı hükümette görüyor. taşeronda şöyle bir sistem de var. Taşeron özellikle kamuda sadece çantacılık yapıyor. Parayı asıl işveren alıyor. Taşeronun hiçbir hukuki sorumluluğu yok. İhaleye giriyor kendisi ihaleden belirlenenin üstünde teklif veriyor bunu cebine koyuyor bir muhasebe tutuyor ve buradaki işlemleri yapıyor. Bordrolaşmayı yapıp parayı alıyor, parayı direk banka hesabına gönderiyor. Başka hiçbir işle uğraşmıyor. Başından beri söylüyoruz; Buradaki kıdem tazminatı sorunu, izin sorunları, çalışanın ücretinin verilmemesinden tamamen asıl işveren sorumludur. Böyle bir durumda boşuna taşeronu kullanmanın manası yok. Bence ücret politikalarının baskılanması anlamında taşeron sistemi getirilmiştir. Bugün çok büyük sıkıntılara yol açmıştır. Hükümette bunu görmekte ve 2015'te taşeron yasası düzenlemesi için girişime başlandıancak hali hazırda şu an için bir sonuç yok. Belki referandum öncesi çıkma ihtimali var ama muhakkak taşeron sisteminin bitmesi lazım. 2014'te çıkan bir yasayla taşeronları sendikalılaşma meselesi var ve toplu sözleşme yapma hakkı getirildi ama o da çok sıkıntılı bir durum. Bizim yetki alıp toplu sözleşme yaptığımız yerler var ancak burada sistem çok değişik. İhale sonrası biz yetki alıp toplu sözleşme sürecine başlıyoruz ancak maalesef işverenlen toplu sözleşme yapamıyoruz. İşverenin vekalet verdiği kamu işveren sendikalarıyla yapamıyoruz.
-İzin veriyor ama yapmayın mı deniyor?
Sonunda yapıyoruz ama güdük kalıyor. Yasa diyor ki kamu işveren sendikasına yetki verecek firma. Yetki vermezse yine yapamıyoruz. Ama bir çoğu yetkiyi veriyor, kamu işveren sendikası da yetkiyi veriyor ancak binlerce ihale dosyası var, kamu işveren 2 tane sendika var, bunlara yetişemiyor. Yetişemediği için hiçbir toplu sözleşmeye katılmıyorlar. Kanun var, sözleşme 60 gün içinde bitmezse arabulucu, arabulucu sürecinde bitmezse grev oylaması ve yüksek hakime gidiyor. Yani bu toplu sözleşmenin süreci. Toplu sözleşmeler 11 ay sonra yüksek hakemden çıkıyor ancak çıkan toplu sözleşmeler de işçi arkadaşları memnun edecek bir toplu sözleşme çıkmıyor. Ortalamada 150-200 TL arası bir fark yansıyor arkadaşlara.
-Bu aynı zamanda sendikacılığı köreltme mi, çalışma azminizi etkilemiyor mu, biraz da sizin üzerinizde baskı olarak görmüyor musunuz?
Yasanın çizdiği çizginin dışına çıkamıyoruz, çıkamadığımız için de elimizden bir şey gelmiyor. Çıkan sonuç da bu. Çıkan sonuçtan arkadaşlar memnun değiller ama hiç değilse artı şu kadar yansıma oluyor. Ama bu toplu sözleşmenin tekniği ve yasaya uygunluğu açısından da çok hoş bir şey değil. Bir an önce düzeltilmesi, çerçeve toplu sözleşmesi yapılarak direk işveren veya işveren sendikalarıyla bir araya gelerek bu işin bağıtlanması lazım. O konuda konfederasyonumuz çalışma yapıyor. Genel başkanımız sağ olsun baya bir uğraş verdi yasanın çıkmasıyla ilgili. Bu yasanın çıkmasından sonra da toplu sözleşme düzeninin de bir noktaya gelmesiyle alakalı uğraş veriyor ama maalesef hala bir yol alamadık.
-Umudunuz var mı?
10 sene önce taşeronda toplu sözleşme yapılacak, kadro meselesi konuşulacak deseydik inandırıcı olmuyordu. Tabi yıllar geçiyor, taşeron sayısı çıktıkça yukarıya doğru baskılar sendikalar ve işçiler tarafından yapılıyor. Neticede siyaset de insanlar tarafından yapılıyor. Burada insanların talepleri, kırgınlıkları, ifadeleri siyaset içinde dikkate alınması gerekiyor. Benim umudum zaten kamuda 2016'dan beri işçi alınmıyor, özellikle belediyelerde ve işçi sayısı hızla aşağıya doğru düşüyor. Aşağıya düştüğü için de burada kamudaki işçilerin sayısı azaldıkça muhakkak taşerondaki arkadaşların kadroya geçmesiyle alakalı umudumuzu koruyoruz.
-Hükümetin seçim vaadi vardı bütün taşeronlar kadroya alınacak denildi. Geçen ay Numan Kurtulmuş kadro konusunun gündemlerinde olmadığını belirtti. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
O konuyla ilgili geçen Çalışma Bakanı açıklama yaptı. Taşeronla ilgili ciddi çalışma yaptıklarını belirtti. Henüz bir karar verilmiş değil ama ciddi bir çalışma yapılıyor. 2015'te Ahmet Davutoğlu hükümeti zamanında da bir çalışma yapıldı ve belli bir noktaya gelindi, söylem olarak dile getirildi ama o tarihte açıklanan taşeronun kadroya alınması da değildi. Özel sözleşmeli personel diye bizim de çok kabul etmediğimiz, işçi arkadaşların da çok kabul etmediği yeni bir statü getirilmek istendi. Yani o da beklentilere cevap vermiyor ama bu günkü sistemden biraz daha iyi. Ortadan taşeron kalkacak, aynı sistemde arkadaşlar belediyenin ya da kamu kurumunun özel bir çerçeveyle işçisi olacaklar. Ama ücretlerine bir artış gelmiyor. O daha çok işçi arkadaşlarımızın ve sendikaların kabul edebileceği bir sistem değildi. Ona itirazlar var, bakalım ne olacak...
-Belediyelerde toplu iş sözleşmeleri eskiden nasıl yapılıyordu, şimdi nasıl yapılıyor, zorluklar nedir?
Eskiden biz direk işverenlerle direk toplu sözleşme yapıyorduk. Ancak 2006'dan sonra belediye başkanları bir araya gelerek işveren sendikası kurdular. 2006'dan beri biz Yerel-Sen ile toplu sözleşmeye oturuyoruz. Açıkçası ilk zamanlar sıkıntılar yaşandı. İşçi arkadaşlara ve sendikalara ters gelecek bir toplu sözleşme müzakeresi ve maddelerle alakalı sıkıntı yaşandı ancak şu da bir gerçek ki dünya geliştikçe yeni sistemler ortaya çıkıyor, yeni işveren sendikaları ortaya çıkıyor. Herkes kendi savunması için refleksini geliştiriyor. İşveren sendikalarının kurulması tamamen kanuna bağlı ve kuruldu. Bizim buna ayak uydurmamız gerekti. O günden sonra işveren sendikası ile toplu sözleşme yapıyoruz. İlk zamanlar zorlandık ama şimdi rutin bir şekilde devam ediyor. Biraz daha profosyonel bir ekip olduğu için yer yer zorlandığımız zamanlar oluyor ama bir şekilde üstesinden geliyoruz.
-İşveren sendikası sendikacılığı öğrendi mi?
Ücret takdir ediyorlar, biz ne kadar zorluyorsak da neticede en son karar merci anlamında net çizgiyi çizecek olan işveren ve işveren sendikası. İşveren sedikasıyla mücadelemiz her türlü oluyor. İşverenler sendikası sendikacılığı öğrendi mi; işverenler, işveren sendikasından öğrendi. Bu sendikaların başındakiler çok profosyonel insanlar. Geçmişten beri işveren sendikalarının içinde yoğrulmuş insanlar. Dolayısıyla onlar da asıl işverene sendikacılığı biraz öğrettiler.
-Asgari ücret yükseldi gibi gözüküyor ama fiziki bir düşüş var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Asgari ücrette 104 lira gibi bir artış olması açıkçası sendikaların ve çalışanların beklentisini karşılamıyor. Sadece doların artmasından dolayı işçi arkadaşlarımızın 250 liraya kadar bir kayıpları oldu. Bunu kenara bıraktığımızda 104 liranın yüzde 8'i özellikle TÜİK'n yapmış olduğu bir açıklama var. Açlık sınırının bin 670 lira olduğunu ifade ediyorlar. Devletin resmi kurumu bin 670 lira açlık sınırı diyorsa asgari ücrette bin 404 lira ise burada bir sorun var. Bu sonunun muhakkak çözülmesi lazım. Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda muhakkak değimesi lazım. Bu komisyon tamamen işveren ve işveren sendikalarının ağzıyla belirlenen bir sitem. Her ne kadar konfederasyonu temsil eden Türk-İş orada yetkiliyse de daha demokratik bir yapı kurulup bütün işçilerin temsil edildiği, konfederayonların katılacağı bir yapı ve eşitlik ilkesine dayanan, sadece kararın işveren ve hükümetce verildiği bir yapı değil müzakereler sonunda ortaya çıkacak, gerçekten işçi arkadaşlarımızın onuruyla yaşayabilecek bir ücretin takdir edildiği bir komisyon olması lazım. Dolayısıyla komisyonun kurulmasında ve çalışmasında hata görüyoruz, oluştuktan sonra yani ortaya çıkan asgari ücret üzerinden bizim eleştirmemiz birşey değiştirmiyor. Asgari ücret ortaya çıkarken tesbit komisyonunun muhakkak daha demokratik, daha katılımcı ve karar verme noktasında tarafların eşit düşüncelerinin ortaya konulacağı bir sistem olması lazım. Aksi takdirde tespit edildikten sonra kötü oldu dememiz maalesef birşeyi değiştirmiyor. Ama şunu da ifade etmek lazım. Asgari ücretin tespiti noktasında çıkan rakamı kabul etmemiz, takdir etmemiz mümkün değil.
-Basın çalışanlarıyla ilgili sendikal çalışmalar hakkında ne diyeceksiniz?
Buradaki temsilci arkadaşla da muhabbet ettik. maalesef örgütlenmenin önündeki sıkıntılardan bahsetmişti. basında da aynı sıkıntıları görebiliyoruz. Parton ve işçi sınıfı ayrımı yine ortaya çıkıyor. Patronlar sendikalı olunması hususunda kendilerine biçilen rolü iyi yapıyorlar. Türkiye'de her ne kadar demokrasi gelişti deniyorsa da beli alanlarda bu konuda gittikçe geriye gidiyor. kamuda bile sanki kendi cebinden para çıkıyor gibi işçinin sendikalı olmasını kabul etmeyip set olan belediyeler var. Örgütlenmenin önğndei engellemeler kalkar, hukuki düzenlemeler muhakkak olur diye düşünüp mücadelemizi veriyoruz.
-2016 kötü bir yıl ilan edildi. Sendikal açıdan değerlendirir misiniz?
2016 Dünya'da ve Türkiye'de son 30 yılın anatomisine bakarsak gerçekten zor geçen senelerden bir tanesi. Savaşlarla, yıkımlarla, açlıkla, sefaletle mücadele veren insanların çoğaldığı bir yıl oldu. türkiye'de de demokrasiye yapılan saldırılar, darbeler, terörler ve ekonominin aşağıya çekilmesiyle ilgili bazı küresel güçlerin mücadelesi ile sıkıntıya girdiğimiz, karamsal bir yıl oldu. Aylan bebekleri unutabilmek mümkün değil. Halep'te enkazın altından çıkan çocuklar halen gözümüzün önünde. Ülkemizde teröre kurban verdiğimiz askerlerimiz, polislerimiz, vatandaşlarımız gözümüzün önünde. Bunları insan olarak tasvip etmemiz mümkün değil. İnşallah 2017 Dünya'da ve Türkiye'de insanların onurlu yaşayabilecekleri ortamlarım, ücretlerin oluştuğu, sosyal alanların geliştiği bir yıl olsun diye umut ediyoruz ama maalesef paray a doymayan, güce tapanların Dünya'yı yıktığı bir yıl olmasın. O konuda biz elimizden gelen ne ise yapacağız. Çalışma hayatıyla ilgili sorunlarımızı söylüyoruz ama şunu da unutmamak lazım; vatanımıza karşı yapılansaldırılar var. Vatan yoksa, ülke yoksa çalışma hayatımızın da önemi olmaz. Öncelikle vatan ve toprağımızın bütünlüğü, ülkemizin dirliğini sağlamak lazım. Bizi bölmek isteyenlerin oyunlarına gelmeden, birlik ve beraberliğimizi korumalıyız. Savaşta ülke fakirlerindir, barışta zenginlerindir. Biz savaşta da, mücadelede de çalışanlar olarak varız. Ülke huzura ve refaha kavuştuğunda da bir kenara itilip zengin ve güçlülerin söylediklerinin olmaması lazım. Bu dengeyi de inşallah kurulur diye umut ediyoruz.