Geçenlerde İtalya-Firenze Üniversitesinin Peyzaj ve Silvikültür Ekolojisi bölümünde görevli bir bilim insanının kent ağaçlarıyla ilgili makalesini okudum.
Makale şu soru ile başlıyor: Ağaçlar kentlerde aslında nasıl yaşıyorlar?
İlk vurgulanan da şu: Kentteki bir ağacın yaşam süresi kent dışı bir ortamda olana göre yaklaşık üçte bir oranında azalır.
Yani büyüklük, orijin, yaş, tür, varyete vs açıdan tıpatıp özelliklere sahip olan iki fidandan biri kentte, diğeri kent dışında, toprak, iklim koşulları, yükseklik, ışık alımı vs acısından aynı özelliklere sahip yerde dikilmiş olsun. Kent dışındaki örneğin 300 sene yaşarken kentteki 200 sene yaşayabilecektir.
Bu oran İtalyan kentleri için geçerli... Bizim İzmit’teki ağaçlardan büyük kısmı kırsaldakine göre bu kadar da yaşama imkanına sahip değiller. Burada 300 sene yaşayabilen ağaç ancak 75-80 yaşına erişebilir. Üstelik bir kısmı değil yaşlanmak, gençlik çağını bile tamamlayamadan kuruyup ölüyor. Örnek mi istiyorsunuz; kentin her yanındaki, genç ve yaşlı bütün Sedir ağaçları kuruyor, kimse farkında bile değil.
Çünkü: İzmit’te iklim ve toprak şartları her tarafta tıpatıp aynıymış gibi, yabancı tür ağaçları bile her yerde görmeniz mümkündür.
İzmit’te yol güzergahı dışına çıkarılan ve bu nedenle önceden beton, asfalt ve köklerin işlemesinin mümkün olmadığı stabilize malzeme ile kaplanmış yerler 30-35 mm yükseklikte kaldırım taşları ile çevrilir, ortada oluşan alana toprak doldurulup ağaç dikilir.
Bu kentin parkında bile plastik kaplarından çıkarılmadan ağaç fidanı dikildiği görülmüştür.
İtalyan uzman bir başka önemli neden olarak budamaları belirtmiş ve “Yanlış bir düşünce var: Budama ağacı gençleştirirmiş...Bunu söyleyenler meyve ağaçlarının budanması yüzünde ömürlerinin çok azaldığı bilmiyorlar.” diye ilave etmiş.
Bu kentte ağaçlarla ilgili olarak çok ilginç uygulamalara şahit olabilirsiniz. Örneğin, insanların dinlenmesi için araç trafiğiyle ilgisi olmayan boş bir alana ahşaptan bir oturma grubu monte edilir ve hemen yanına bir ağaç dikilir. Ağaç gelişir, konumu nedeniyle gölgesi hep oturma grubunun üstündedir. Dallarının başka hiçbir tesis ve diğer ağaçlarla teması yoktur. Bir gün “ağaç budanmaz ise zayıflar” felsefesinin adamları dallarını doğrar. Zavallı ağaç noksan yapraklarını tamamlamak için yeni dallar oluşturur. Aynı adamlar bir yıl sonra yine gelir, dallarını yine doğrar. Ağaç bütün direncini kaybeder; gövdesinde oduna işleyen böceklerin öğüntüleri görülür, tacı küçülmüştür, yaprakları azalmıştır.. Adamlar yine gelirler. Son yıl geldiklerinde ağaç tamamen kurumuştur ve onu dibinden keserler.
Ben Şirintepe’den kentin merkezine giderken her seferinde o ağacın yerde kalmış dip kütüğünü ziyaret ediyorum (SEKA camisine bitişik, doğu tarafında boş alan). Mezarlıkta bir meftayı ziyaret eder gibi. Oraya vardığımda elbette içimden okuduğum dua Fatiha suresi değil, başka dualar !..
İzmit halkı “Yürüyüş yolu” denilen ama aslında “Zehirlenme yolu” olan yerde çınarların gövdelerindeki yaraları, oyukları ve yamuk–yumuk gövdelerini görerek onların çok yaşlı olduklarını zannediyorlar. Halbuki onlar yaklaşık 130 yaşındalar ve bu yaş, çınar için adeta gençlik çağını gösterir. Üstelik onların bir kısmı bu günleri de göremedi. Bazıları dikli kuru durumda.Onları bu hale getiren, üstlerinde zamansız ve yoğun şekilde uygulanan budamalar.
Yani gerçek şu ki ağaçların da “ömür törpüsü” insanlar var...
Cecillia Morandi. La vita degli alberi in citta. INFORMATORE. (Ottobre 2017.Pag.10,11))