Nasıl demokrasi yasama-yürütme-yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti olmadan olmazsa,
Yargı da iddia(savcılık)-savunma(avukatlar ve barolar) ve hüküm(hakimler).in birbirlerinden bağımsız ve eşit güçte iş yapmaları ile ancak adaletli olabilir.
Bunlardan birisi bağımsızlığını yitirirse o yargılama adil olamaz,o ülkede demokrasi de olmaz.Siyasi tarih bunu böyle söylüyor.
Anayasamızın 9 maddesi yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır der.
Aynı şekilde milletvekilleri TBMM.de yasama görevlerini Türk milleti adına bağımsız olarak yaparlar.İktidar da Türk milleti adına kanunlara bağlı olarak devleti yönetir.
Milletvekilleri bağımsız mahkemelerin denetiminde ( yüksek seçim kurulu) yapılan seçimle değişebilir.İktidar,başbakan değişebilir.yargı ise ancak liyakat esaslarına göre iktidardan ve meclisten bağımsız olarak görevlendirmeler alır ve bu bağımbızlıkla işini özgürce yapar.
İşte demokratik devlet budur.
Bu üç unsurdan birisi diğerinin egemenliğine girdi mi.? O ülkede hukuk devletinden,adalettken,gelişmeden ve demokrasiden bahsedilmez.Hele dördüncü güç olarak bilinen basın da sansürlenir,gazeteciler tutuklanır,aylarca davaları açılmaz,basın yargısal baskı altına alınır,TV ve gazeteler iktidara yakın iş adamlarınca satın alınır,ekonomik kıskaçlarla bağımsızlığı zedelenirse ,basın da özgürlüğünü ve 4 güç olma özelliğini yitirir.
İşte o zaman o ülke demokratik değil totaliter ülke olmaya başlar.
ABD deki Monika skandalını bir düşünün,adeta dünyayı titreten koca Amerikan devlet başkanının kulağını amerikan savcısı tutarak hakkında soruşturma açtı.Kimse savcıya sen halkın seçtiği devlet başkanını yargılayamazsın diyemedi,seni azleder,görevden alırım diyemedi.Hiç bir basın kuruluşuna da neden bu haberleri yazıyorsun demedi.İşte gerçek demokrasi bu .
Ülkemizde öyle mi ? Balyoz,ergenekon,casusluk davaları gibi davalarda istidar bu davaların savcısı gibi davrandı.Zekeriya Öz e mercedes hediye edildi,korundu.Sonuçta İnsanların haksız yere hapsedildiği, mahkum edildiği anlaşıldı.İnsanlar ne acılar çektiler,intihar edenler,.ölenler öldü.Yani o zaman yargı bir yerlere bağımlıymış,sonradan anlaşıldı.
Şimdi başka bir şey oluyor. Tahliye kararı veren hakim ve savcılarımız bir bakıyorsunuz ki;HSYK tarafından görevden alınabiliyor.Yüksek mahkeme başkanları iktidar ile yan yana,kol kola dolaşabiliyor.Bir yüksek mahkeme başkanı ana muhalefet partisinin adalet kurultayını bir siyasetçi gibi eleştirebiliyor.Yani kimse geçmişten ders almıyor.Yargı bağımsızlığı giderek geriye götürülüyor.
Sav-savunma-hüküm üçlüsü ile yargının ana unsuru olan savunma daha da kötü duruma düşürülmüş.Halkın doğrudan ulaştığı ve adeta halkın fodtoğrafını çekerek yargıya konuyu ulaştıran avukatların da bağımsızlığı giderek eriyor.Barolar da iktidar güdümüne alınmaya çalışılıyor.İktidara karşı durabilen barolar birliği başkanı yargı yılı açılışına konu mankeni gibi davet ediliyor,söz hakkı verilmiyor,ona sen aykırı fikirler söylersin ,konuşma deniliyor.
Yeni adlı yıl böyle açıldı,devasa sorunları bulunan yargı hiç konuşulmadı.Sanki her şey günlük gülistanlık .Oysa ki ;Adalete güven endeksi giderek alt sıralara inmeye başladı Kocaeli baro başkanının çok beğendiğim Adli yıl konuşması dışında muhalefet dahil hiç bir kurumdan ses seda çıkmadı.Yargı konusundaki korku iklimi devam ediyor.İlimizde muhalefet sessiz,meslek odaları sessiz,dernekler sessiz,kent konseyi sessiz.
Onurları ile adaletin tecellisi için çalışan vicdanlı hakim ve savcılarımız,zor şartlarda görev yapmaktadırlar.Ama bilinmelidir ki ; savunmasız adalat,adaletsiz de devlet olmaz.Özgür basın,bağımsız yargı,bağımsız savunmanın olmadığı bir yerde hukuk devleti ve demokrasi de olmaz.Bu anlayış Türk demokrasisini maalesef hızla alt liglere doğru taşımaya devam eder.