Türkiye’de 2002 den beri yapılan bütün seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi hep birinci parti olarak çıkmayı başarıyor.
Bu başarının ardında karizmatik lider’in varlığı çok öne çıkan bir faktör olmasına rağmen, değişik sosyo/kültürel yapılara sahip kitlelerin de (Ortalama % 40-50 arası bir seçmen kitlesinin) oy vermede tercih ettikleri gerçeği ortadadır.
AKP. nin çekirdek kadrosunu oluşturan yöneticilerin önemli bir kısmının geldikleri yerin (Milli görüşçü/aşırı muhafazakar) belli bir kitle tarafından yaşam biçimi tehdidi olarak algılanması, muhalif bir bloğun varlığına neden olmakta (Takriben % 25 lik bir seçmen kitlesi) bu da, ana muhalefet partisinin temelini oluşturmaktadır.
Geri kalan % 25 lik bölüm ise, ana ekseni muhafazakarlık olan Milliyetçi Muhafazakar seçmen tabanına sahip partiler ile etnik ayrımcılığı savunan parti arasında bölüşülüyor.
Kabaca yapılan bu seçmen tercihi analizinden sonra, başlıktaki soruya olumsuz yanıt vermek mümkün gözüküyor. Yani Türkiye’deki seçimlerde, siyasi partilerin ekonomi programına filan pek bakılmadığı ortaya çıkıyor.
Acaba durum gerçekten de böyle mi?
Son genel seçimler öncesi ana muhalefet partisi CHP. nin oldukça iyi hazırlanmış bir ekonomi programı yazılı ve görsel medyada epey ses getirmişti. Ekonomik büyümeyi üretime dayandıran, sosyal harcamalara borçlanmadan kaynak yaratması beklenen CHP.nin bu ekonomi programıyla büyük başarı kazanması bekleniyordu. O kadar ki, iktidar partisi AKP ile diğer muhalefet partileri MHP ve HDP. bile CHP.nin bu ekonomi programını kopya ederek seçmenlerine vaatlerde bulunuyorlardı. Dar gelirli kesimleri rahatlatması beklenen, kısaca ‘’Refahın yaratılması ve paylaşılması’’ diye tanımlanabilecek ekonomik yapılanmaya geçileceği beklentisi toplumda heyecan yaratmıştı. Hatırlayalım: Türkiye’nin belli coğrafi noktalarında kümelenmeyi sağlayan üretim merkezlerinin oluşturulması ile istihdamın geliştirilmesi ve ekonomik büyümenin sağlanması, ortaya çıkacak gelir artışıyla emeklilerin maaşlarının arttırılacağı, sosyal yardımların daha da genişletileceği, vb. gibi söylemler parti sözcülerinin en çok tercih ettikleri propaganda konuşmalarının temelini oluşturuyordu.
Bu konudaki fikri mülkiyet hakkı, sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi’ne ait olmasına rağmen, dindar/muhafazakar parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi, bunların uygulanacağı güvencesini seçmene daha iyi vermeyi başardığı için olsa gerek, toplumun siyasi tercihini kendilerinden yana kullanmasını sağlamış ve bu şekilde % 50 civarı oy almayı başarmıştır. Aksi taktirde, bu siyasi partinin geleneksel ideolojik temelli oy oranı bunun çok gerisindedir.
Sonuç olarak;
Her ne kadar seçmen, partilerin ekonomi programlarıyla ayrıntılı olarak ilgilenmiyor gözükse de, esas belirleyici tercihin nedeni ekonomik vaatler olduğu ortaya çıkıyor. Ancak, seçim sonuçlarına bakıldığında, vaatlerin uygulanabilirliğinin, iktidar partisiyle mümkün olabileceğinin var sayıldığı anlaşılıyor.
geniş halk kitlelerine anlatamamanın sıkıntısını yaşıyor.
Bunu başardığı taktirde, ‘’Dar gelirli, vahşi kapitalizmin baskısı altında ezilen, daha ziyade emeğini kiraya vererek yaşamını sürdürmeye çalışan geniş halk kesimlerinin ‘’ siyasi anlamda gerçek temsilcilerinin kendileri olduğunu ifade ederek tercihlerini kazanmaları gerekiyor.
Eğer bu yapılır ve başarı sağlanırsa, Türkiye’de ortaya çıkan bu garip ve anlaşılmaz seçmen tercihi hatalarının olmayacağını var sayabiliriz.
Kanaatimce bu noktada suçu seçmende değil, kendinde aramak ve hataların nerelerde yapıldığını iyi teşhis edip doğru politikaları oluşturmak daha gerçekçi olacaktır.
Umarım önümüzdeki süreçte Cumhuriyet Halk Partisi bunu başarır ve ezici çoğunluğu oluşturan dar gelirli seçmen doğal olarak doğru tercihini kullanır.