İnsanlara dokunabilme sanatıdır siyaset…
İnsanlara dokunabilme sanatıdır siyaset… Menfaatsiz, samimiyetle sımsıkı sarıp sarmalamaktır… Gönüllere, yüreklere ulaşabilmektir bir nevi…
Siyaset aslaçıkar ve menfaat için yapılmamalıdır. Siyaset ben daha iyisini yaparım, köyüm, ilçem, ülkem, benden önce gelir diyebilmektir. Tavuk verirken kaz hayal edenlerin arzusu asla değildir, olmamalıdır… Böyle düşünenlere de fırsat verilmemelidir. Bu minvalde siyaset mührü, eğitimi ve görgüsü yüksek, çıkar peşinde koşmayan, liyakat sahibi kişilere teslim edilmelidir. Yani iş ehillerine emanet edilmelidir.
Hangi siyasi düşünceye sahip olursak olalım ayrıştırıcı, keskin dilin kimseye faydası olmayacağını rahatça söyleyebiliriz… Ayrıştırıcı zehirli çatal dil önce sahibine sonra topluma zarar veriyor. Bu dili kullananlar siyasetten bir şekilde uzaklaşmış oluyor, zamanla unutulup gidiyor.
Siyaset çağdaş ve uygar toplumlarda bakın nasıl oluyor. Herkes düşüncesini, ülke için yapacağı projelerini ve siyasetini çeşitli iletişim kanallarıyla söylüyor. Etraflıca anlatıyor. Karşı tarafı dinliyor, üstelik kabul edilmesini de beklemiyor. İşte bizim de bu çizgiyi yakalamamamız, kendimizi bu yönde geliştirmemiz, fikirlere saygı duymayı öğrenmemiz, dinlemeyi bilmemiz lazım diye düşünüyorum. Hatta doksanlı yıllarda televizyon kanallarında siyasi parti liderlerinin toplum karşısına çıkıp yapacakları çalışmaları topluma sunduklarına tanık olmuştuk. Liderler konuşmalarında karşılıklı saygı çerçevesinde konuşurlardı. Liderler eşit bir zaman diliminde konuşmalarını yaparlardı. Katılımcıların oturumu yöneten kişiye itirazı olmazdı. Çünkü adil konuşma ortamı vardı. Yurttaşlar konuşan liderlerin performansına göre oy kullanırdı. Seçim sisteminde ve Siyasi Partiler Kanun’da onca eksiklik vardı. Özellikle %10 barajı. Ayrıca bu baraj sistemi 12 Eylül Faşist Askeri Darbesinin ürünüdür. Sözüm darbeye karşı olduğunu söyleyen siyasi partilerin ilk işi bu barajı kaldırmak olması gerekirken; iktidara gelen partiler hiçbir vakit bu baraja dokunmadılar bile.
Ülkemizde siyasi partiler projelerini televizyon ekranından yurttaşlara anlatması gerektiğine inanıyorum. Tüm çağdaş toplumlarda olması gereken budur. Kendisine, ülkesine ve halkına sorumluluğu olan siyasi parti lideri rakibi olduğu parti lideriyle karşı karşıya gelmekten kaçınmaz. Ne yazık ki ülkemizde artık açıkgözlü siyasetçiler icat oldu. Halkın sorunlarını dile getirmek varken; rakiplerini aşağılayıcı, ötekileştirici ve hakarete varan söylemler dile getirmesi ister istemez halkı da ayrıştırıyor. Bu da toplumu içerisinde ayrışmaya neden oluyor. Olması gereken; siyasi partiler ülkeye karşı olan sorumluluklarını unutmadan siyaset yapmalarıdır. Devlet kapısında işe alımlarda, yapılan işlerde müteahhitlere ihale vermede ve devlet bürokrasisinde görevlendirmelerde liyakat ilkesine uymalı ve her yurttaşa eşit davranmalıdır. Unutmayalım bölünerek değil, birleşerek çoğalırız.
Parti iç çekişmelere gelirsek; gözlemlediğimiz kadarıyla bazı partilerde deve dişi gibi siyasiler kenarda kalıyor. Ya da bile isteye kenarda tutulmak isteniyor. Her şey benim edaları, ben yoksam, benden sonrası tufan edebiyatı yapanlar ön saflarda yer alıyor.
Siyasi parti genel başkanları için en fazla iki veya üç dönem şartı getirilmelidir. Yirmi veya otuz yıl genel başkanlık yaparak o partide demokrasi sağlayamadığınız gibi dolaysıyla ülkede de demokrasi sağlayamazsınız. Ülkemizdi yönetmeye aday olan siyasi partilerin klişe(gündelik), klasik iletişim dilinin dışına çıkmaları gerektiğinin ayırdına varmaları gerekir. Deyim yerindeyse ülkemizde siyaset dilini değiştirmek gerekmektedir. Kırıcı, kaba, hakaret, ötekileştirici, yok sayıcı dilden uzak durmak gerekir. Siyasi partilerin kullandıkları iletişim dili halkın gündelik yaşamına etki etmektedir. Hatta televizyonda çocuklar parti liderlerini olumsuz yönde konuşmalarını örnek almaktadırlar. Ülkemizde bir an önce siyasi etik yasası çıkarılmalıdır. Açıkçası halkın içine girip onlardan birisiymiş gibi sorunlarını tespit edip ona göre projeler geliştirmeleri kendilerini halk karşısında samimi olmak gerekir. Haftalık grup toplantılarıyla, Ankara’dan nutuklara atarak ve hamaset yaparak halkın sorunlarını çözemezsiniz. Gerçek anlamda demokrasi, adalet ve hukuk özgür, bağımsız, şeffaf, tarafsız bir yargı denetiminde yapılan seçimler ancak adil olabilir. Bununla birlikte parti genel başkanlarını o partiye kayıtlı tüm seçmenler seçmesi ülkedeki demokrasiye önemli ölçüde katkı sağlayacaktır.
Bugün ülkemizde adalet ve hukuk uzun yıllardan beri tartışmalı haldedir. Kuvvetler ayrılığı gereği, yürütme, yargı ve yasamanın bağımsız ve adil olması gerekmektedir. Adaletin ve hukukun işlemediği bir ülkede yatırım olmaz. Oligarşik yönetimler oluşur. Ülkeden sermaye kaçışı olduğu için halk fakirleşir. Yarısı ısırılmış demokrasilerde sınıflar arasında ekonomik anlamda derinleşme had safhaya ulaşır. Devleti yönetenler otoriter hale gelir.
Bu tür ülkelerde eğitim felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi yeniden düzenlenerek; iletişim dilindeki ötekileştirici değil, eleştirel, sorgulayıcı bir iletişim dili sağlamak için çağdaş eğitimciler yetiştirmek gerekir.