Türkiye, Soma’daki kömür madenlerinde meydana gelen facia ile derinden sarsıldı.
Nasıl oluyor da, Dünyanın gelişmiş hiçbir Ülkesinde son 50 yıldır böylesi acı bir olay meydana gelmiyorken, birkaç yıl fasılalarla bizde bu kadar çok ölümlü maden kazası oluyor.
Medya, bu konudaki hassasiyetin oluşması için, yayınlarıyla üzerine düşeni yaparken, vatandaşlarımız büyük acı yaşıyor. Siyasilerimiz, neyse ki facianın ardından birbirleriyle daha ölçülü tartışıyorlar.
Ancak; Ülke çapında sesi çıkması gereken sendikalarımızdan her nedense güçlü bir protesto ortaya çıkmadı.
Tıpkı facianın meydana geldiği Soma’da sendikaların tutumlarında gözlemlenen sessizlik gibi.
Tek istisnası, yerel halkın Atatürk anıtı önünde yapmak istediği saygı duruşu ve sessiz protesto gösterisinde bulunmak istemeleri ve bu taleplerinin İdarece kışkırtıcılık olarak kabul edilmesi ve halkın üzerine polisin şiddet uygulaması olmuştur.
Acaba Devlet karşıtı duruma düşme endişesi mi sendikaları etkisiz hale getirmektedir?
Çünkü, iktidar en ufak bir karşı duruşa, söyleme, eyleme, son yıllarda büyük tahammülsüzlük göstermekte, kendisini eleştiren her davranışı vatan hainliği olarak kabul etmektedir.
Böyle sakat bir demokrasi anlayışı olmaz.
Demokrasi ile yönetilen Ülkelerde, iktidarlara yanlış gelse de, vatandaşların eleştiri hakkı, protesto gösterilerinde bulunma hakkı daima vardır.
Acaba sendikalarımızın sessizliği,Vatan hainliği suçlamasına muhatap olma korkusuna mı dayanıyor?
Yoksa sebep daha derinlerde bir yerde mi saklı?
Soma halkının en büyük geçim kaynağı maden işçiliğine dayanıyorken, maden işçilerinin işsiz kalma korkusu, yeterli iş güvenliği taleplerini dile getirmelerine engel olabilir. Ancak; örgütlü oldukları sendikaları neden bu taleplerde ısrarlı olamıyorlar? Onların korkusu nedir?
Acaba, emekçinin çıkarları ile sermayenin (Patronun) çıkarlarının çelişmesinin doğal olduğu, kendilerinin varlık nedenlerinin de bu çelişkiye dayalı olduğu gerçeğinden çekiniliyor mu?
Ortada tuhaf bir durum da var.
Çalışan işçiler özelleştirmeden yana tavır almışlar. Sebebi de çok anlaşılır. Zira, kamu işletmeciliği başarısız olmuş, çıkartılan kömürün maliyeti ekonomik ölçeklerin dışına taşmış, sürdürülemez bir ekonomik faaliyet haline gelmiş ise, işin devamlılığını ve verimliliğini kimse bekleyemez.
Peki; bunun karşılığında ne olmuş?
Maden ocağı özelleştirilmiş, verimlilik artmış, maliyetler düşürülmüş ve başarılı bir ekonomik işletmecilik ortaya çıkmış gözüküyor.
İyi de, bütün bu olumlu işler neyin karşılığında olmuş?
Emeğin payı daraltılarak ve ölüm riski arttırılarak.
Basında çıkan ücret skalasına bakılacak olunursa, bu gerçek bütün çıplaklığıyla ortadadır.
Maden iş kolunun zorluğu ortadayken, vicdan sahibi hiç kimsenin kabul edemeyeceği düşük ücretlerde çalışmak zorunda bırakılan bu emekçiler, üstüne üstlük bir de ölüm riskini arttıran şartlarda çalışmaya mecbur bırakılmışlar.
Neyin karşılığında?
Ucuz enerji ihtiyacı karşılığında. Termik santrallerin Ülkemizin enerji ihtiyacının büyük bölümünü sağladığını biliyoruz.
Bu durumda; ucuz ve riskli ortamda çalıştırılan maden emekçilerinin uğradıkları haksızlıklarda, en az işverenler kadar toplumun düşünebilen, iyi eğitim almış ve çıkarlarını korumayı başarabilmiş fertleri de,ekonomik alternatif modelin geliştirilmesine ve halk tarafından benimsenmesine katkı sağlayamamış olmaktan dolayı suçludur.
Tabii ki sözüm böyle hissedebilecekleredir. Emekten yana olmak öyle kolay bir iş değildir.