Aslında bu yazıda önce, Tamer Karadağlı ve Nihal yalçın arasında yaşananlara değinerek izlediklerimizin tiyatral açıdan değerlendirilmesi hatta, altın kestane dalında ödül açısından değerlendirilmesi gerektiğine…
Aslında bu yazıda önce, Tamer Karadağlı ve Nihal yalçın arasında yaşananlara değinerek izlediklerimizin tiyatral açıdan değerlendirilmesi hatta, altın kestane dalında ödül açısından değerlendirilmesi gerektiğine…
Ekrana yansıdığı kadarıyla sanatçı cilveleşmesi ve ya ünlü kaprisleşmesini andıran skeç tadında ki tiktokumsu izlentinin,
Büyük ihtimalle spontane yani plansız geliştiğine, komik sayılabilecek bu olaycıktan belki sosyal medyaya malzeme çıkabileceğinden ama milliyetçiliğe ve ya marjinalliğe dair akıllarda kalacak bir kahramanlık destanının çıkmayacağına ve bu ikiliyi yakında yüksek bütçeli projelerde göreceğimize olan inancımdan bahsedecektim!
Uzun uzun yazdım, yazdım, yazdım, sildim…
***
Sonra internette var olduğu iddia edildiği ve tiwitır’ı orta şiddette sallayan ve muhaliflerden başkasının sallamadığı listelerde iktidara yakın vakıf ve derneklerin kamu kurumlarına işe girişlerde referans olduğu iddia edilen konular şayet gerçekse!
Özellikle sağ cenahta referans ile torpilin birbirine karıştırıldığına, kul hakkının varlığını sıkça duyduğumuz “dindar” kesimlerde kul hakkın yenmesine de sık sık kulak misafiri olduğumuza!
Bu alışılmışın hoş olmadığına…
Devleti yönetenlerin ve etraflarındakilerin yönetimde kaldıkları sürece Devlet gibi davranarak taraf veya referans merci değil, referansları değerlendiren daha üst bir merci, hakem, hatta sığınılacak son liman gibi davranılmasının zorunluluğuna.
Ağlayanın malının hiçbir “gülen” ‘e kar etmediğine en son ve en net örnekte buna 15 temmuz da hep birlikte şahit olduğumuzun altını çizerek, hak hukuk adalet kavramlarıyla edebiyat parçalamaya çalışacaktım.
Geldiğim bu noktada ondan da vaz geçtiğim.
***
Ve vazgeçtiğim gibi sevmediğim, savundukları güzel, yaşadıkları çirkin insanlarla aynı olmamak adına neye inanacağımı şaşırdığımı, beni bir zamanlar bedenimde ki izler ve ruhumda ki Müslüm Gürses öğretileri yüzünden ötekileştirenlerin bu gün benim kulağıma yakarsa dünyayı miki maus yakar gibi gelen ara Peskimsi manzumeleri ile.
Arabama Türk Bayrağı asıp, İsmail Türüt’den o gün öyle desinler bu gün böyle desinler’i bangır bangır çalarak küçücük parmaklarıyla camdan “bozkuyt” yapan çocuklarımı anaokuluna götürürken 24 saatte hepimiz ermeniyiz diyenlere tepki olsun diye yaptığım protestolar ve açılım saçılımlı yıllarda beni milli sembollerle birilerini tahrik ettiğimde ısrar edip, ticaret yapamayayım diye bile fişleyip, ırkçılıkla suçlayanların,
Şimdilerde okuduğumda bana “Tengri Biz Melemen soğanlı mı olsun soğansız mı” gibi algıladığım diriliş ottomanlılı profil fotoğraf altı ırkçılığın nirvanasına kat karşılığı yapılan paylaşımlarının iç bükey dünyamda oluşturduğu buhrana değinmek ve mümkünse inanılacak her şeyin inanılası olduğu halde inanmamak için inandığımdan bile isyanıma yardım istediğime!
Ve rızkımı veren hüda’dır kula mik mik eylemem sözünün hakkını vermek için o cümleyi kuracak insanda diyojenin ki kadar ağır bir taşlık olması gerektiğine nasıl değineyim derken, yorulduğumu fark ettim.
Nesimi kimmm biz kim.
Adam bu yolda derisinden gerisinden vaz geçti derken, terlemişim.
***
Şayet yazdığım bu saçmalıkları illa da bitireceksem, inandıkları gibi yaşamayan hiç kimse ile ortak bir inancım olmadığımı ifade eder, şu ölümlü dünyada 2 dakika delikanlı olmak için elinden geleni yapan insanlara duyduğum saygıyı ve yazı yazmaktan soğuduğumu belirtmek isterim.
Özlü sözler ve belirli gün ve haftaları sulandırılmadığı, inananların inanmayanlar kadar inandırıcı olduğu sınırlı ve sorumlu bir dünyadan pasaport talebimi arz eder…
Sevmediklerim hakkında söyleyeceklerim için deli raporuna, deli raporunu aldıktan sonra da sevdiklerim hakkında söyleyeceklerim için Amerikan futbolcularının kullandığı dayanıklı kasklara ihtiyacım olduğunu beyan eder her fırsatta hayatı yoğuşmalı yaşayanlara başarılar dilerim.
Selam ve ikebana.
LecüY yaplA rimeD