“Düşündüm de, çıplak ayağıyla toprağı çiğnememiş adamdan hayır gelmiyor
“Düşündüm de, çıplak ayağıyla toprağı çiğnememiş adamdan hayır gelmiyor, bir tarafı eksik kalıyor. Saksı çiçeği benzeri gürbüz oluyor belki, ama karçiçeğinin cana yakınlığı yok onda. İki gün suyunu geciktir, süzülür gider. Hep birilerinin eline bakar, desteksiz ayakta duramaz. Doğada yolunu yitirse, bir hafta yaşayamaz.” Böyle söylüyor Operatör Doktor Celal Kılıç.
Ayakkabıyla çorapla değil çıplak ayakla basmalı toprağa. Yalınayak çiğnemeli onu doğanın eti, insanınkine değmeli. Toprak da, öyle saksı toprağı ya da beton duvarlarla tutsak edilmiş topaklığından utandırılmış küçük bahçe toprağı değil: dağ, orman, tarla toprağı gibi özgür toprak olmalı ki, dokunana özgürlük bulaştırsın. Olgunlaşmış, dengeli, bilge insan için “Ayağı yere değmiş…”deyimi kullanılır. Sahil kumundan söz etmiyorum, zaten topraktan sayılsaydı adına “kum” denmezdi.
İnsan, verimliliğinin şaşırtıcılığını görmek için, elleriyle de mıncıklamalı toprağı. Yalnızca ayağı kayıp düştüğünde değil: sevgiyle, saygıyla avuçlamalı onu. Bir tohum ekip, on, yüz, bin, milyon almalı. Üretkenliği öğrenip “Benim sadık yarim…” diyebilecek bilgeliğe ermeli.
Siz hiç görkemli bir ağacın dalına salıncak kurup, coşkuyla sallandınız mı? Altına, gölgesine uzanıp uyudunuz mu* Tırmanıp, dalından meyve yediniz mi? Kırılan dalıyla birlikte düştüğünüzde, sağlıklı olduğunuzu anlayıp, ağaç için üzüldünüz mü? Daha düşmeden, keyifle dalda gezerken gördüğünüz minik kuş yuvasındaki sevimli yumurtaları gözlerinizle sevdiniz mi? Hayır mı? Desene sen hiç yaşamamışsın.
Yani siz, ağacı pencere doğramasında, kapıda, masada, dolapta, tahtada, …vb, mi gördünüz? Budanan ağacın can havliyle, yeni sürüngenler çıkararak yaşamaya çabaladığını da mı görmediniz? Aşılandığında oluşan şaşırtıcı değişimi de mi? Ağacın çiçek açtığını, üzerine kuşların, kelebeklerin, arıların konduğunu, meyveyle donandığını yalnızca filmlerde, fotoğraflarda mı gördünüz? Demek ki, doğanın eğitiminden geçmediniz…
O zaman siz, orman yakar, hayvan keser, kuş boğar, fidan kırar, çiçek ezer, insan öldürürsünüz belki de. Bir santim kalınlığındaki toprak parçasının bin yılda oluşabildiğini, yılda beş yüz milyon tonunun erozyonla kayıp gittiğini bildiğiniz vatan toprağına kayıtsız kalıp, “Çakıl taşımda, çakıl taşım…” diye tutturursunuz. Toprağı koruyan orman alanlarını villa arsası olarak kapatırsınız. Sizin gözünüzde yok olup giden toprağın değeri kalmaz.
Sürdürülebilir kalkınmanın yolu ülke topraklarını bilinçli işlemek, yok olmasına karşı “Hayrettin KARACA” gibi canımız ve kanımız gibi korumalı. Sürdürülebilir kalkınmanın yolu; ağaçları keserek madenlere yol vermek olmamalıdır. Gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir ülke bırakmak istiyorsak, doğadaki tüm canlıların yaşaması için seferber olmalıyız. Dereleri kurutarak, ağaçları keserek, kentleri betonlaştırarak bir ülke kalkınamaz. Tarım alanlarını yapılaşmaya açarak, oksijen deposu olan orman alanlarını birkaç müteahhitte peşkeş çekerek yaşanılabilir bir ülke bırakamayız.
Toprak gönüllü olsanız, dersem kızmazsınız herhalde. İnsanca kalın.