Ortadoğu’da yaşanan her yeni gelişme, uluslararası hukukun sınandığı bir sahneye dönüşüyor.
İsrail’in son dönemde Suriye’deki askeri operasyonları, bu sahnelerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Şam’a 20 kilometre mesafede askeri varlık gösteren İsrail, işgal altındaki Golan Tepeleri’nden başlayarak Kuneytra, Dera ve Şam çevresine kadar geniş bir alanda saldırılar düzenliyor. Peki, bu operasyonlar uluslararası hukukun hangi maddesiyle bağdaşıyor?
İsrail’in Genişleyen İşgali ve Sessiz Kalan Dünya
Birleşmiş Milletler tarafından işgal olarak tanınan Golan Tepeleri’ndeki varlığını meşrulaştırmaya çalışan İsrail, Suriye’nin iç karışıklıklarını fırsata çevirerek etki alanını genişletmeye çalışıyor. Kuneytra ve çevresindeki stratejik bölgelerde askeri tahkimatını artıran İsrail, şimdi de Şam’a kadar ilerleyerek Suriye’nin egemenliğini alenen ihlal ediyor.
Uluslararası hukuk, herhangi bir ülkenin egemenlik haklarına yönelik saldırıyı açıkça yasaklamaktadır. Ancak İsrail’in bu eylemleri, yalnızca Suriye’nin egemenliğini ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgedeki barış ve istikrarı da baltalıyor. İsrail’in bu saldırganlığına karşı, uluslararası toplumun etkisiz kalışı ise sorunun daha da derinleşmesine neden oluyor.
Güçlünün Hukuku mu, Hukukun Gücü mü?
Uluslararası hukukun temel dayanaklarından biri, devletlerin egemenlik haklarına saygı ilkesidir. Ancak İsrail, "tehdit algısı" gibi muğlak gerekçelerle uluslararası hukuku yok sayarak saldırılarına devam ediyor. Bu durum, "güçlünün hukuku" anlayışını meşrulaştırıyor ve uluslararası düzeni zayıflatıyor.
Eğer bugün bir başkent, Şam gibi, savaş uçaklarının hedefi olabiliyorsa; bu, hukukun evrensel bir değer olmaktan çıkarak sadece güçlü devletlerin çıkarlarını koruyan bir araç haline geldiğini gösterir. İsrail’in bu tavrı, sadece Suriye için değil, tüm dünya için tehlikeli bir emsal teşkil etmektedir.
Uluslararası Kurumların Sessizliği
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Suriye krizinin başından bu yana çözüm üretmekte yetersiz kalmıştır. İsrail’in Suriye’deki askeri varlığına ve Golan Tepeleri’ndeki işgaline karşı güçlü bir tavır alınmaması, bu işgali normalleştirme riski taşımaktadır. Bu durum, uluslararası hukuk mekanizmalarının zayıflığına ve taraflılığını sorgulatan bir tabloya işaret ediyor.
Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Bölgesel İstikrar
Ortadoğu’daki çatışmaların en büyük kurbanı, bölgedeki halkların barış ve huzuru olmuştur. Suriye’nin toprak bütünlüğü, yalnızca Suriye halkı için değil, bölgesel istikrar için de kritik önemdedir. Ancak İsrail’in saldırıları, bu bütünlüğü tehdit eden en büyük unsurlardan biri haline gelmiştir.
Şam’a 20 kilometre mesafede bir yabancı gücün askeri varlık göstermesi, sadece uluslararası hukuka aykırı bir durum değil, aynı zamanda bölgede yeni çatışmaların fitilini ateşleyecek bir girişimdir. Bu saldırılar, Ortadoğu’da zaten kırılgan olan barışı daha da zora sokmaktadır.
Sonuç: Hukukun Üstünlüğünü Yeniden Hatırlamak
Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanması için uluslararası hukukun yeniden işler hale getirilmesi gerekmektedir. İsrail’in Suriye’deki hukuksuz eylemleri, sadece Suriye’nin egemenliğine değil, tüm bölgeye yönelik bir tehdit olarak görülmelidir.
Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum, İsrail’in bu saldırgan tavrına karşı sessiz kalmayı bırakmalı ve hukukun üstünlüğünü savunmalıdır. Çünkü bir başkentin hedef alınmasının normalleştirildiği bir dünyada, barıştan ve adaletten söz etmek mümkün olmayacaktır. Uluslararası hukuk, yalnızca kağıt üzerinde kalan bir metin değil, tüm devletler için bağlayıcı bir güç olmalıdır. Aksi halde, Ortadoğu’da yaşanan hukuksuzluklar, er ya da geç dünyanın diğer bölgelerine de sıçrayacaktır.