Üretimin ana bileşenlerinden olan sermayenin giderek yönlendirirci ve belirleyici konuma gelmesi çağımızın dramını oluşturmuştur.
İnsanlığın adil, eşitlikçi, özgürlükçü, çevreye duyarlı ve mutlu yaşam beklentisi ve hayallerine darbe vurmuştur.
1970’ler itibariyle; Marksist ideolojinin uygulama şansı bulduğu doğu bloku ülkelerinde, yönetsel hatalar nedeniyle çöküntüye uğraması , batı blokunun uygulamada olduğu, “Serbest Piyasa Modeli” tek seçenek olarak dayatılmıştır.
Bu bağlamda; eşzamanlı olarak, ABD’de Başkan Ronald Reagan, Birleşik Devletler’de ise, Başbakan Margaret Thatcher önderliğinde ve ideolojik yönlendirmeleri sonucu, batı modeli yeni bir formata dönüştürülmüştür. Söz konusu ideolojinin özünü; piyasaların kutsanması, uluslararası sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması, merkezi hükümetlerin yetkilerinin kısıtlanması, küresel kurumların etkin konuma getirilmesi oluşturmuştur.
Ülkemiz Neo -liberal politikalarla, 12 Eylül darbesi sonucunda tanışmıştır. Rahmetli Özal’ın 24 Ocak kararları bu dönüşümün işaret fişeğini oluşturmuştur. 2001 yılında ekonomin krize girmesi sürecinde, batı kurumlarının önderliğinde hazırlanan, Kemal Derviş’e uygulama görevi verilen , “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programı sayesinde entegrasyon süreci ivme kazanmıştır.
Anılan dönemde; Medeniyetler çatışması bağlamında ortaya çıkan konjonktürel gelişmelerin dayatması sonucu, çözüm yöntemi olarak, İslam coğrafyasında siyasal islamın demokratik platformda uygulanabilirliği kabul görmüştür. 2001 yılında “Milli Görüş” geleneğinden beslenen kadroların, yeni bir oluşum çerçevesinde, AKP kurumsal kimliği altında iktidar olma şansını yakalamıştır.
AKP meşruiyet kazanma, askeri ve sivil bürokrasi karşısındaki konumunu güçlendirmek için; mevcut ekonomi programı ve AB ile bütünleşme politikalarını uygulamada çok istekli davranmıştır. İslamın kapitalizm ile bir sorunun olmadığını en azından dindar çevrelere kabul ettirilmiş,olası itirazlar peşinen önlemiştir.
Özelleştirmelerde; 21 yy’lın stratejik kurumlarından olan; Telekominikasyon, iletişi m sektörü ile finans, enerji ve sağlık sektörüne öncelik tanınmıştır. Kamu erkinin etkinliğinin azaltılması, piyasada faaliyette bulunan firmaların kartelleşmesini ve tüketici aleyhinde oluşumların ortaya çıkmasını olanaklı kılmıştır.
Küresel sistemin öngördüğü şekilde, vergilendirme sistemi bireyler aleyhine geliştirilmiş, büyük şirketler bu bağlamda kollanmış, dolaylı vergiler kamu gelirinin önemli bir bölümünü oluşturmaya başlamıştır.
Yazdığı “21. Yüzyılda Kapital kitabı” ile tüm dünyayı sarsan Fransız ekonomist Thomas Piketty; …zenginlerin daha az vergi ödediğini, düşük oranda bile olsa getirilecek servet vergisinin Türkiye’de şeffaflık yaratacağını ifade etmiştir. Yine Credit Suisse servet raporuna göre; Türkiye’de 37 dolar milyarderi varken, Japonya’daki 15 olması ülkemiz gerçeğinin somut bir göstergesini oluşturmuştur.
Her türlü denetim ve şeffaflıktan arındırılması nedeniyle, kamu öncülüğünde ve TOKİ kanalıyla yürütülen imar ve inşa faaliyetleri kanalıyla yeni sermayedar grupların yaratıldığı kamuoyunun gözü önünde cereyan etmiştir. Özelleştirme furyasında önemli kamu bankaların istisna tutulması, hazineye devredilen medya şirketlerinin özelleştirilme esnasında, sürecin işleyişine katkı yapacak şekilde bir politik tutum takınılmıştır.
Kamunun milli kaynakları kullanımı esnasında tasarruf ilkesine uymaması, görüntü ve itibar göstergelerinin öne çıkarılması ülke ekonomisi açısından bir handikap oluşturmuştur. Örneğin; “Ak Saray”ın maliyetinin bile bilinmemesi, bugünlerde basına yansıyan Diyanet İşleri Başkanı ile İTO Başkanı’na 1 Milyon TL’lık makam arabası alım haberi bile uygulanmakta olan savurganlığın bir göstergesi olmuştur.
Öte yandan; 20 milyon civarında bir nüfusun üretim dışı bırakılarak, kamu kaynakları ile ayakta kalabilmesi, tarım ve hayvancılık sektörünün ihmal edilmesi sonucu ithalata yönelinmesi, yüzde 10’a varan (genç nüfusta yüzde 25) işsizlik düzeyi, giderek büyüme oranının düşmesi , adaletsiz gelir dağılımı ve nihayetinde çevrenin ve doğanın hoyratça tahrip edilmesi , uygulanan ekonomik politikaların doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Tüm olumsuzluklara karşın, bugünkü tablonun ortaya çıkmasında tartışmasız sorumluluk taşıyan AKP iktidarının alternatifsiz konumunda bulunması , toplumu umutsuzluğa ve heyecansızlığa yöneltmektedir. Doğaldır ki; demokratik sistem içinde çözümün muhalefet partilerince ortaya konması ve halkın ikna edilmesi gerekmektedir.
İktidara aday ciddi bir muhalefet oluşumu, öncelikle ekonomi konusunda alternatif politik bir söylemin ortaya konması ile mümkün olabileceği artık görülmelidir. Mevcut sistemin uygulama aksaklıkların eleştirinin ötesinde, sistemin restorasyonuna yönelik bir yaklaşımla birlikte çözüm önerileri ortaya konmadığı sürece muhalefetin AKP karşısında başarılı olma şansı bulunmamaktadır. Maalesef bana göre, böyle bir oluşum da henüz siyasi arenada yer almamaktadır.
Enseyi karartmayalım ama; “Kral Çıplak” demeyi de bilelim istedim.
Saygılarımla,