Biliyorum, bir çok okurum başlığa bakıp ‘’yıllardır devam eden Türkiyede’ki Suriyeliler meselesinin artık yazılıp çizilmeyen, konuşulmayan hiçbir tarafı kalmadı, bu konu güncelliğini yitirdi’’ diye düşüneceklerdir.
Belki ben de düne kadar aynı şekilde düşünüyor olabilirdim.
Dün, uzun zamandır yurt dışında olan yakınlarımın Türkiye’ye gelmeleri nedeniyle kendilerini İstanbul-Ataköy’deki evlerinde ziyarete gittim.
Uzunca bir süredir İstanbul’a gitmemiştim. Trafiği beni hep zorlamış, bir yerden bir yere gitmenin azap çekme anlamına geldiğini daha önceki seyahatlerimde yaşamıştım. Ancak; hem şimdi yaz mevsimi, İstanbul halkı tatil yörelerindedir, hem de okullar kapalı, trafik rahatlamıştır diye düşünerek akraba ziyaretini eşimle birlikte yapalım istedik ve aracımızla yola çıktık. Daha gişelere gelmeden dur kalk haline gelen trafikte iki saati aşan bir süre yol aldıktan sonra nihayet Ataköy’e varabildik. Cehennemi sıcaktan bunalmak bir yana, yolda gördüğümüz insan manzaraları müthiş rahatsız ediciydi. Biz klimalı aracımızla seyahat ederken, yol kenarlarında dilenen ‘’AÇIZ’’ yazılı pankartlarını bize sallayan, hele İki Üç yaşlarında çocukları kızgın asfaltın üzerinde yatırıp yalvaran gözlerle bakan Suriye’li olduklarını tahmin ettiğim çaresiz insanları gördükçe, biraz sonra hasret gidereceğimiz akrabalarımızla buluşmanın ortaya çıkartacağı mutluluk hissi bizde kalmadı. Eşimle birlikte yapabileceğimiz maddi yardımlarla, sıkıntımızı bir nebze olsun perişan insan manzaralarının tahribatını gidermek istedik. Ancak ne mümkün! Her on metrede bir benzer tablo ortaya çıktıkça, çaresizlik girdabında kendimizi boğulur gibi hissetmeye başladık. Bu ne korkunç bir çaresizlikti ya rabbim. İnsan olmaktan utanır hale gelmeye başladık.
Bu devirde, Türkiye’nin en gelişmiş kentinin ana arterlerinde böyle manzaralarla karşılaşmak, olağanüstü rahatsız edici bir durumu ortaya çıkartıyor. Ama ne yapalım ki, gerçek bu.
Peki; ne olmuştu da, bütün bu olumsuzluklar yaşanmaya başlamıştı?
Artık Türkiye’de yaşayan herkesin rahatlıkla bilebileceği gibi, orta doğu’da yaşanmakta olan mezhep çatışmalarının bize bulaşmamasını beklemek hayal olurdu. En olası ihtimal ile çatışmaların yaşandığı Ülkelerle sınır komşusu olmak ve bu bölgelerdeki insanlarla akrabalık ilişkileri içinde bulunmak, çatışmalara dahil olmak için yeterli sebep olabilirdi. Bir de bunların üstüne bizim siyasi iktidarımızın o bölgedeki olaylara taraf olarak müdahil olması sonucu, Ülkemizi sayıları iki milyonu bulan mülteci olayı ile karşı karşıya getirmiş oldu.
Bunun maddi ve manevi sıkıntılarına muhatap olmak bir yana, çaresizlik içinde kalmak ayrı bir ıstırap konusu olmaya başladı.
İşte benim İstanbul çevre yollarında sıkışıp duran trafikte rastladığım acı görüntüler böyle ortaya çıkmıştı. Aslında her gün gazetelerde ve televizyon haber kanallarında rastladığımız ve neredeyse sıradanlaşmış acıları daha derinden hissetmek, herhalde olayın içinde canlı yaşandığı zaman çok daha etkileyici oluyor.
Ülkelerindeki iç savaş ortamından kaçan milyonlarca insan, Avrupa’ya göç yolu üzerinde bulunan bizim Ülkemizden transfer olurken, denizde boğulan, yollarda telef olan, aç, sefil, perişan ve mahvolmuş halde her gün gözlerimizin önüne çıkarak, daha fazla yardımcı olamadığımız için bizleri büyük üzüntüye sokuyor.
İşte tam bu noktada benim aklımı kurcalayan düşünceler oluşuyor:
Türkiye olarak bizim ekonomik gücümüz sınırlı. Buna rağmen Hükümetimizin açıklamalarına bakacak olursak, milyarlarca dolar parayı bu mülteciler için harcıyoruz. Bizim halkımızın bu olaya yaklaşımı gayet insani. Keşke daha fazla gücümüz olsa da, bu çaresiz insanlara daha fazla kaynak aktarsak diye düşünülüyor. Ama; petrol zengini Arap Ülkeleri, niçin bu drama el atmaz?
İsteseler, bütün bu mültecilerin insani ihtiyaçlarını ekonomik olarak karşılayabilirler. Ama, çıkar çatışmaları ve o bölgede süregelen demokrasi dışı siyasal gelişmeler bunun düşünülmesini bile mümkün kılmıyor. Allah yardımcıları olsun ve bizi de benzer duruma düşmekten korusun.
Niye böyle bir endişe taşıyorum?
Çünkü benzer kültür ve geleneklere sahibiz. Tek farkımız, bizim her türlü eksiğine rağmen işler bir demokrasiye sahip oluşumuz ve çağdaş Dünya’ya nispeten entegre olmamızdır.
Ama bu sigortalar bile yeterli olmayabilir.
Umarım endişelerimde haksız çıkarım.
İyi ve güzel geleceğe…