Yabancı mal, yabancı marka hastalığı…Bizim milletimizi sarmıştır bu hastalık. Ben ilkokula giderken yerli mallar haftası kutlanırdı.
Öğretmenimiz bir gün önceden haber verirdi. Evden, Türkiye’de üretilmiş olan bir şeyler götürürdük o gün sınıfa. Şimdi neden kutlanmıyor?
Aynı hastalık kamu sektöründe yabancı uzman konusunda da devam ediyor. Bu nedenle yabancı uzmanlarla çalışanlar bazen bazı şeyleri hiç fark edemiyorlar.
Hepsi böyle olmaz diyerek konuyu açalım: Bakanlıklardan birinde filanca Avrupa ülkesi ile bir anlaşma imzalanır. İçeriği Türkiye’de (x) konusunu geliştirmedir. Uygulanacak proje için Avrupa ülkesi para tahsis eder. Yani yapılacak giderlerin bir kısmını karşılayacaktır.
Proje yürürlüğe girer, yabancı uzmanlar gelmeye başlar. Onlar onlarla beraber çalışan Türk uzmanın aldığının dört-beş misli kadardır. Üstelik yabancı uzmanlar gittikleri yerin en iyi otelinde parası projeden karşılanmak üzere kalırken Türk uzman misafirhanelerde konaklar. Aldığı harcırah ancak buna yeter.
Gelelim proje için araç-gereç, malzeme alımlarına. Bunların içinde Türkiye’de hem yeterli kalitede üretilen ve hem de daha ucuzunun olmasının önemi yoktur. Hepsi o Avrupa ülkesinden getirilir.
O Avrupa ülkesinin proje için bağışladığı paranın çok büyük kısmı kendi uzmanlarına ve hatta kendi hava yolu şirketlerine, kendi kuruluşlarına geri döner. Bu arada ürettikleri malların reklamı da yapılmış olur. Öyle bir reklam ki projeyle sağlanan uygulamalar sonraki yıllarda da hep yabancı uzmanların ülkesinde ürettiklari ürünlerin kullanımını gerektirecek şekildedir. Günahlarını da almayayım; bazı Türk uzmanların tetkik gezileri ve eğitimi için proje parasının ufak bir kısmı ayrılır.
Bu konunun parasal boyutu. gelelim bilimsel boyutuna: Yabancı uzmana aşırı güvenin bilimsel açıdan olumsuz sonuçları da olur. Böyle bir durumla genelde iki nedenle karşılaşılır: Birinde neden, yetkili yabancı uzman ile beraber çalışan Türk uzmanların bilgisinin yetersiz olması sonucu yapılan çalışmaları irdeleme imkanının olmayışı, diğer neden, konuyla doğrudan ilgili üst makamın, Türk uzmanların inisiyatif kullanmasını sağlayacak çalışma düzeni oluşturmamış olmasıdır. Bu durumda yabancı uzman ne yapsa iyidir ve doğrudur!
Ben bu durumu yakından belirlemiş bir kişiyim. Anlatayım: Türkiye’de ormanlardan yapılan üretimin gelecekte yetersiz kalacağı düşüncesi ile hızlı gelişen orman ağaçları ile ormanlar kurulması konu olmuştu. Yıl 1972. Birleşmiş Milletlere bağlı Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) işi yüklendi. Bu çalışmayı FAO adına yürütecek olan yabancı uzmanlar geldi, Türkiye’de ofisini kurdu. Kullanılacak ağaç türleri seçildi. Bunlardan biri A.B.D’nin Kaliforniya sahil bölgesinde doğal olarak bulunan Pinus radiata. (Türkiye’nin hiçbir yerinde doğal olarak bulunmayan bir çam türüdür). Bu arada, P.radiata’nın deneme amacıyla dikileceği alanlarda bir yabancı toprak uzmanı, aylarca çalıştı, topraklarının fiziksel ve kimyasal özelliklerini ortaya koyan analizler yaptı. Tohumlar geldi, fidanlar üretildi ve FAO’nun, Türkiye’ye gelen uzmanlarının gözetiminde, seçilen alanlara dikimler yapıldı. Dikilen Radiata çamı fidanları ilk yıllarda kavak gibi hızlı büyüyünce, alınacak sonuçlar beklenmeden (FAO yayınlarına göre 20 yıl kadar beklenip sonuçların görülmesi gerekiyordu) Türkiye’nin birçok yöresinde P.radiata ağaçlandırmaları tesis edildi. Fakat çok kısa bir zaman sonra Türkiye’de, aranınca ancak bulunan bir kelebek yüzünden (Bilimsel adı: Evetria buoliana) FAO uzmanlarının dikim yaptığı deneme alanları dahil bütün P.radiata ağaçlamaları adeta harabeye dönüştü.
FAO’nun uzmanları işlerini bitirip ülkelerine dönmüştü. Aradan sekiz yıl geçmişti ve P.radiata ağaçlandırmalarının tamamı acınacak durumdaydı. Bu sırada ben İtalyan Hükümeti Bursunu kazanıp İtalya’ya gittim. Orada çalıştığım Enstitüde durumu anlattım. Beni bir ağaçlandırma uzmanına gönderdiler. Ona da durumu anlatınca, böyle bir çalışmanın İtalya’da nasıl yapıldığını anlattı ve bana yayınlar verdi. İtalya’da da P.Radiata ağaçlandırmaları yapılmıştı. Onları gezdirdiler, bu kelebeğin İtalya’da da var olduğunu, ancak P,radiata ağaçlandırmalarında zarar verici sayıya hiç ulaşamadığını belirledim. Çünkü Radiata ağacı için en uygun yerleri sadece bilimsel esaslara dayanarak seçmişlerdi.
Türkiye’ye dönünce hemen bu ağacın dikimi yapılan deneme sahalarının yabancı uzman tarafından yapılmış toprak raporlarını tercüme ettim. Uzman her deneme alanının toprağı için ayrı rapor yazmıştı. Fakat son derece olumsuz bir durum vardı: toprakların kil oranı çok yüksekti. Halbuki bu ağaç konusundaki bütün bilimsel yayınlarda, iklim şartlarının uygun olmasına rağmen topraktaki kil oranının yüksekliği halinde sonuç alınamayacağı yazılıydı. Şunu rahatça söyleyebilirim: Bu Evetria isimli kelebeğin tırtılından kanser ilacı yapılsa bu yabancı uzmanların seçtiği arazilerden daha uygunu bulunamazdı. Çünkü bu kelebeğin tırtılı sürgünlerin içinde yaşıyordu ve böyle bir toprakta yaşamak zorunda bırakılan P.radiata’ların İtalya’da olduğu gibi böceğe direnç göstermesi mümkün değildi. Türkiye’nin başka yerlerindeki P.radiata ağaçlandırmalarından da iklim ve toprak şartlarının uyumsuzluğu nedeniyle beklenen sonuçlar alınamamıştı. Sonuçta bu ağacın dikiminden Evetria isimli kelebek yüzünden bütün Türkiye’de vazgeçildi.
Şimdi bir soru: Gelen uzmanlar bu yabancı tür ağacın dikildiği deneme alanlarında özellikle toprak özelliklerinin uygun olmadığını bilmiyor muydu? Bunu bilmiyorlarsa bu konuda uzman olarak nasıl gelmişlerdi? Biliyorlardı da!...
Olan bize oldu: “Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu” bu ülkenin parası ve zamanı heba oldu…
Kaynak:
radiata D.Don in Italia (Estratto di “Cellulosa e Carta”n 10.Ottobre
1969)
Germano Gambi: Il pino insigne (Monti e boschi.1958)