Ülkemizde, çok yaygın olumsuz davranışlar ve sonuçları hakkında yazılar yazılmasından genelde kaçınılır. Çünkü bunu yapmayı, yaşadıkları topluma hakaret kabul ederler.
Durum bu olunca yapılan olumsuz davranışlar yıllar içinde normal karşılanır, ayıp olmaktan çıkar ve toplum bunun zararını yıllarca çeker.
Bu konuda en bilinen örnek kulağa hiç hoş gelmeyen deyimiyle “yağcılıktır”. Ülkemizde herkesin bildiği, en yaygın ve toplumsal alışkanlıklardan biri de ne yazık ki budur.
Bu alışkanlığı edinenler hayatları boyunca bundan kurtulamazlar. Bunun tahsille, bilgiyle, maddi olanaklarla ilgisi yoktur. Onlara göre bu kötü alışkanlık normal bir davranıştır ve gereklidir. Bundan ötürü bundan sigara içme alışkanlığı gibi muzdarip olunmaz. Hatta bazıları bu alışkanlığın gereklerini yapamamayı beceriksizlikle eşdeğer tutarlar. Çünkü Türkiye’nin toplumsal düzeninde bu alışkanlık sayesinde birtakım avantajlar sağlanması her zaman mümkündür. Böyle berbat bir alışkanlıktan kişisel olarak zarar görülmesi genelde konu değildir.
En yaygın olduğu yer kurumlardır. Oralarda en alt kademeden başlayarak en üstte bulunana kadar herkes bu alışkanlığın gereklerini yerine getirir. Hatta üst konumdaki kişi, bu alışkanlığı olanlara iyi prim sağlıyorsa alışkanlar arasında gizli bir yarış bile görülebilir. Bu yapılırken başkalarının zarar görmesi hiç önemli değildir. Arada bir hızını alamayıp bir hatta iki-üç kademe yukarıda olana da bu alışkanlığın gerekleri sunulur. Bir kurumda “yağcılık” alışkanlığı olanlar çoğunlukta ise bunu beceremeyenlerin zarar görmemesi mümkün olmadığı için adeta gizemli bir duygu herkesi bu alışkanlığı elde etmeye teşvik eder.
Bu alışkanlığa sahip olanlar nasıl fırsatlar yaratacağını, hangi kelimeleri kullanacağını, nasıl bir davranış sergileyeceğini, neler yazacağını çok iyi bilir. Bu konuda adeta uzmanlaşır. Kişiye çok önem vermek de bu konuda çok kullanılan bir yoldur. Örneğin “siz olmasanız biz ne yapardık!” türü sözler çok etkindir. Bulunduğu makama gelinceye kadar bu rezil alışkanlığı kullanmış olanlar üst makamda olanlara “yağcılık” yapmaya devam ettikleri gibi bir alt kademedekilerden de aynı şeyi beklerler. Bu konuda beklentilerini boşa çıkaranlardan hiç hoşlanmazlar.
Ben memuriyet hayatımda kendisine yapılan “yağcılığı” kabullenmeyen çok az kişi gördüm. Bu da bu alışkanlığın ne kadar yaygın olduğunun göstergesidir. Diğer taraftan “yağcılık” yapmakla kimseyi suçlamak mümkün değildir. Çünkü örneğin amirin karşısında “iki büklüm” durmak da kullanılan bir yoldur ve böyle aleni davranışları saygının bir gereği olarak göstererek savunmak hep tutulan bir yoldur.
“Yağcılık” yüzünden toplum farkında olmadan zarara girer: Çünkü bu varsa üst makamdakinin yanlış uygulamaları asla tenkit etmez. Çünkü tenkit “yağcılığı” bozar. Bu algı öyle yerleşmiştir ki bu alışkanlığı olanlar uzman oldukları konuda yapılan yanlışa bile en ufak itirazda bulunmaz. Kişinin “yağcılığı” uğruna yanlış uygulamalar yapılmasıyla toplumun veya belli kişilerin zarar görmesi önemli değildir, önemli olan yağcılığın getirisinden olmamaktır. Bu getiri iyi bir lojman, bir yabancı ülkeye dış seyahat, bir üst göreve atanmayla maaşta artış vs gibi çok çeşitli konularda olabilir.
Peki…Bu berbat alışkanlık Türkiye’de neden bu kadar büyük boyuttadır? Cevabı çok basittir: Türkiye’de kişisel hakların tanınması ve kullandırılması yetkili kişilerin keyfi davranışlarını önleyecek şekilde kanunlara, yönetmeliklere ve süregelen etik kurallara bağlanmamıştır. Bir Avrupa ülkesinde yetkili kişiler “önceden yaptıkları “yağcılığa” göre yetkili konuma gelmemiştir. Orada bu tür alışkanlığın getirisi çok azdır ve çoğu yerde sağlayacağı bir avantaj yok gibidir. Onu oraya getiren bilgidir, görgüdür, temsil kabiliyetidir, çalışkanlığıdır. İleri ülkelerde Türkiye’de olduğu gibi örneğin bir yabancı dili yeterli seviyede bilmeyen kişinin bir araştırma kurumuna müdür olması mümkün değildir.
Adam genel müdür. Her sabah geldiğinde muavinlere duyduğu veya okuduğu bir fıkra anlatıyor ve herkes kahkahalarla gülüyor. Bir gün anlattığı fıkraya herkes gülerken kapının aralığından gördüğü ve anlattığı fıkralara her zaman gülen odacının hiç gülmediğini fark etmiş. Soruyor;
- O adam niye gülmüyor?
- Efendim…kendisi yarın emekliye ayrılıyor da…
İşte halimiz budur…