2015 genel seçimlerine birkaç ay kaldı.
Son 13 yıla damgasını vuran ve her seçimde kazanmayı başaran AKP.nin genel başkanı ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, artık Cumhurbaşkanı olarak aktif siyasetin içinde olmaması gerekiyor.
Önümüzdeki dönem T.B.M.M. de eski partisi yeterli çoğunluğu sağlayıp anayasa değişikliğini gerçekleştirebilirse, çok arzu ettiği Başkanlığa ulaşmayı düşleyen Erdoğan’ın, anayasa ihlali yapmayı göze alarak AKP. adına propaganda yapmaya devam ettiğini muhalefet partileri sıkça dile getiriyorlar.
Aslında, eski Başbakan ve AKP genel Başkanı Erdoğan’ın kendi seçmeni üzerinde eski partisinin kurumsal gücünden daha fazla etkisi olduğu somut bir gerçek olarak ortadadır. Bu durumda da AKP içinden hiç kimse itiraz etmiyor, tam tersine Erdoğan’ın bu desteğinden memnun gözükülüyor.
Böylesi bir ortamda, AKP yandaşları ile karşıtları arasındaki kutuplaşma giderek derinleşiyor.
Ancak; yine AKP nin lehine olarak şöyle bir durum ortaya çıkıyor:
İster otokratik , ister diktatoryal, ister demokratik olmayan tutum deyin, AKP her zaman tek ses tek nefes bir görüntü veriyor. Neredeyse hiçbir itiraz gelmeden, sözde eğilim yoklaması dedikleri garip bir sistemle kavgasız gürültüsüz bir şekilde parti kongrelerini yapıyor ve seçimlere parçalanmadan, kuvvetli bir görüntü vererek hazırlanıyorlar.
Bu arada ana muhalefet partisi CHP, 3 büyük İl dahil olmak üzere Türkiye’nin çoğunluğunda ön seçim kararı alarak demokratik bir tavır sergilemiştir. Ancak; gerekçelerini anlamakta zorlandığım nedenlerle, bizim İlimiz Kocaeli dahil olmak üzere bazı İllerde aynen AKP.nin yaptığı ve eleştirdiğimiz eğilim yoklaması ile aday belirleme kararı, son yapılan parti Meclisi toplantısından sonra açıklanmıştır. Bu da başta İzmit olmak üzere, bütün İlçelerde hoşnutsuzluk yaratmış, daha önceden aday adaylığını açıklamış olan pek çok değerli partili, adaylıktan çekilmişlerdir.
Bu durumun yarattığı tahribat, olası bir ön seçim sonrası sıralamaya giremeyeceklerin yaratacağı tahribattan az mı yoksa çok mu olacaktır?
Aslında seçmenin doğrudan pek de ilgilenmeyeceği bir durumu çok mu abartıyoruz, doğrusu karar veremiyorum.
Acaba, kimlerin milletvekili seçileceği hususu, seçmenin oy verirken değerlendireceği kriterlerin kaçıncı sırasında kalır?
Parti programları mı daha önem arz edecektir, yoksa seçileceklerin kimler olacağı mı?
Belki de bunların ötesinde bazı faktörler önem kazanacaktır. Örneğin; vatandaşların hassasiyet gösterdikleri yaşam biçimine müdahale korkusu, tek adam diktatörlüğü tehlikesi, Ülkenin bölünme ve parçalanma riski, vb. gibi.
Yine bazı seçmenler nezdinde çok önemli gözüken ‘’mutlu tüketici’’ olma durumu, günün birinde milyarder olabilme hayalinin canlı tutulması vs.gibi ‘’liberal’’ politikalara açık olmak gibi.
Aslında bütün bunlar, siyasi partilerin programlarında belirlenmiştir de, seçmene anlatılıp ikna edilmeleri başlı başına büyük bir organizasyonla, insan katkısıyla sağlanabilir.
Siyasi partileri başarıya götürecek olan şey, daha önceden defalarca ispatlandığı üzere, partililerin çalışmaları ve işe sıkı sıkıya sarılmalarıyla mümkündür.
Peki, partilileri motive edecek olan husus nedir?
İktidara gelebilme olasılığı! Bu ne kadar mümkün gözükürse, kenetlenme ve çalışmaların artışı o kadar sağlanabilir.
O zaman genel merkezlere düşen görev, iyi organizatör olma görevidir.
Bekleyip göreceğiz; kimler işlerini iyi ve doğru yapmışlar, seçimlerin sonuçlarıyla anlaşılacaktır.