Siyasetin dar labirentlerinde sıkışıp kalmanın, ticaretin kazanma büyüsüne ve hırsına kapılmanın, bürokrasinin çarklarında öğütülmenin ötesinde; yaşamı önceleyen bir tercihin, insanı hem yücelttiği ve hem de mutlu kıldığına i
Bu bağlamda; kitaplar hayata açılan pencerelerdir. Bu nedenle, okumanın özenle öneminin altını çizmek gerekmektedir. Ayrıca, okumanın stratejisinin ve yönteminin belirlenmesi icap etmektedir. Yazdığım yazılarda; İlimizde düzenlenen kitap fuarı ile ilgili eleştiri ve endişelerimi hep dile getirmişimdir. Fuarı ziyarete gelen öğrencilere okullarında veya geziye nezaret eden öğretmenlerince gerekli aydınlatıcı ön bilgi verilip verilmediği konusundaki kuşkularımı hep taşımışımdır. Bu konuda bilgilenmeyi, kitap fuarımızın panayır havasından çıkarılarak, özendirici, aydınlatıcı ve tarafsız bir konuma getirilmesini yetkililerden beklemekteyim.
Benim yakın zamanda okuduğum kitap ve yazarlardan size bahsetmek istemekteyim. Genç kuşak yazarlarından olup, gelecek vadeden Yekta Kopan’ın, “Aile Çay Bahçesi Romanı”, aile içi hallerden bahseden, çoğu kadının kendinden izler bulacağı bir anlatım tarzında kaleme alınan kitap, okuma sırasının başlarına yerleştirilmesini hak etmektedir. Hakan Günday’ın, en son çıkan kitabı,” DAHA” okumayı özendirecek lezzette ve sürükleyici bir tarzda kurgulanmıştır. Günday, söz konusu romanında dünyanın önemli sorunu olan, “Kaçak İşçi” hallerine değinerek, her daim merak uyandıracak, gerçekçi bir anlatımla, insanlık dramını çok yalın ve sarsıcı bir okuma tadında sunmakta ve sizi olayların içine heyecan içine sürüklemektedir. Halen okumaya devam ettiğim; Hamdi Koç’ın ,“Çıplak ve Yalnız” romanı ilginç bir kurgu ile kaleme alınmış, son derece etkileyici ve sürükleyici bir roman olduğuna inanmaktayım . Hayatın adil davrandığı bir kadın veya erkeğe henüz rastlamadım saptaması bile romanın okunmasını ilginç kılmaktadır
Okumaları şiirle bezemek ve taçlandırmak gerekmektedir. Duyguların ve yaşamın özetini sunan dizeleri okumak, düşünmek ve yorumlamak kalıyor bizlere. Geçen günlerde dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say kentimizi onurlandırdı ve hak ettiği ilgiyle karşılandı. Sayın Say’ın son düzenlemesi olan; “İlk Şarkılar” çalışmasının tanıtımını ve sunumunu yaptı izleyenlere. Her zaman olduğu gibi piyanosu başında devleşti. Konserin ikinci bölümünde; vokalist Serenad Bağcan’ın seslendirmesi ile; Nazım Hikmet, Metin Altınok, Cemal Süreyya, Ömer Hayyam, Can Yücel, Pir Sultan Abdal, Orhan Veli ve Muhyiddin Arabi’nin şiirlerinden bestelenen nağmeler izleyicileri büyüledi. Öylesine bir toplulukta kentimizde göreve talip siyasetçiler ile Sanayi ve Ticaretin kurumsal temsilcilerinin olmaması hüzün verici olduğu gibi, ilk paragraftaki tespitimin bir yanılsaması olduğu gerçeğini hatırlattı, “KISIR SİYASET, KISIR TİCARET”.
Tiyatrolar toplumun projektörüdür. Topluma tutulan aynadır. Nedense iktidar olanlar tiyatrodan fazla hoşlanmazlar. Son dönemde; muhafazkar sanat kavramının öne çıkarılması, bu konuda yeni düzenlemeye gitme, yönlendirici kurul oluşturma çabaları tehlikeli bir gelişmenin öncüsü olmaktadır. Bu konuda sanat çevrelerin duyarlılığını ve tepkilerini daha fazla öne çıkarmaları gerekmektedir. Özel ödenekli tiyatrolar konusunda; hükümetin, muhalif tiyatrolara yönelik baskısına hep birlikte demokratik platformda tepki gösterilmelidir. Duru tiyatrosu sahibi Emre KINAY’ın bu konudaki tepkisi önemsenmeli, çığlığına yanıt verilmeli, maruz kaldığı haksızlığa hep birlikte karşı çıkılmalıdır.
Sanatçı ve aydının özelliği ve değeri muhalif olmasından ileri gelmektedir. Söz konusu duruş, insanlık aleminin gelişimine her dönem olumlu katkı yapmıştır. Yine geçenlerde kentimizde izleme şansını yakaladığımız , Mask organizasyonun katkılarıyla kentimize gelen,“adolf” tiyatro oyunu önemli mesajlar içermektedir. Tek kişilik oyunda, aktörün bireysel beceri ve başarısının ötesinde, Hitler’ın yaşamının son demindeki çırpınışı ve hezeyanları da insanlık alemi için bir ibretlik vesile oluşturmaktadır. Demokratik yollarla iş başına gelen Hitler’in, sapkın ideolojisi doğrultusunda nasıl bir canavara dönüştüğü çarpıcı bir anlatıyla dile getirilmiş, faşizm tehlikesine işaret etmiştir. Ne yazık ki, az sayıda izleyiciye hitap etmek durumunda kalan tiyatro yönetiminin moralinin bozulmamasını ,onurlu mücadelelerine devam etmelerini dilemekteyim.
AKP iktidarının beton sevdasının ve AVM çılgınlığının içimiz kararttığını biliyorum. İnsan ruhunu huzura kavuşturacak ve mutlu edecek olan; estetik kaygısıyla biçimlendirilmiş yapıtlar, alanlar ve sanatsal çalışmalardır. Bu bağlamada tarihi yapıtların korunması, müze ve sanat galerilerinin yaygınlaştırılması öncelenmelidir. Bu bir yönetsel ve siyasi tercihtir. Bu konuda kentimizin şansızlığı, Eskişehir örneği ile karşılaştırılmasında da ortaya çıkmaktadır.
İstanbul’ gelince; öncelikle, kent burjuvasinin ve büyük sermayenin yarattığı ve kentin kullanımına sunduğu galerileri takdir etmek gerekmektedir. İstanbul Modern, Galata ve Beyoğlu- Art, Sabancı ve Koç vs. müzeler bunlara örnektir. Ayrıca; İKSV gibi dev bir organizasyonun sunduğu imkanlar, sanatsal açıdan İstanbul’u dünya kenti yapmaktadır. Sergilenen eserler sadece kent insanı için değil, tüm bölge halkı için bir fırsat yarattığını sergileri gezerken fark etmektesiniz.
Kentimize dönüp baktığınızda ise; ülke genelinde en fazla ihracat yapan, vergi veren ve milli gelire katkı yapan kent diye övünmemizin yanında; sanayi ve ticaret kuruluşları ile birlikte, bu kentin bir insanı olan Sanayi Odası Başkanımızın böylesine bir girişime öncülük yapmaması bile üzüntü verici ve yaralayıcıdır. Neyse ki, İstanbul’a yakın olmamız nedeniyle, bu kentin sunduğu olanaklardan, labirentte kaybolmayan ve paranın esiri olmayan insanlarımıza bir fırsat sunmaktadır.
Bu ara; Kültür Müdürü Sayın Adnan Zanburkan’ın görevden alındığı haberi, sanata ilgi duyanları üzmüş bulunmaktadır. Başarılı bir bürokrat olan Sayın Zanburkan’ın hangi gerekçelerle görevden alındığı bilinmemektedir. Sabancı Kültür Sitesi’nde muhalif etkinliklere yer verilmesini bu görev almada etkin olmadığını düşünmek istemekteyim.
Yaşamı sadece üretmek, pazarlamak, büyümek kar etmek sarmalından ve algısından kurtararak, doğaya ve çevreye daha fazla zarar verme hırsından arınmayı, kısır siyaset anlayışından çıkarmayı, kendimize zaman ayırmayı, sanatsal aktivitelerle toplumsal duyarlılığımızı geliştirmeyi denemeliyiz. Mutlu bir toplum ve huzurlu birey yaratmanın yolu buradan geçmektedir. Ütopya bile olsa, yaşamı ve yaşamayı öncelemek ne güzel.
Saygılarımla,
CAVİT İNAM