AKP’nin “YENİ TÜRKİYE” söyleminin içeriği özetle çoğunluk anlayışına dayalı, merkezi yönetim modeline bağlı, otoriter bir yapılanmayı içermektedir.
12 Eylül darbe anayasasının, dayatmacı, biçimlendirici ve yönlendirici kurumları bu anlayışın temel taşlarını oluşturmaktadır. Bu tespit ve kanaatimize aşağıdaki veriler ve ön alan temel dinamiklerden hareketle ulaşılmaktadır.
Yüksek Öğrenim Yasası (YÖK)’nda yakın bir tarihte yapılan bir düzenleme ile kurum daha da baskıcı hale dönüştürülmüş, iktidarın etki alanına açık hale getirilmiştir. Rektör seçiminde YÖK belirleyici, Cumhurbaşkanı tek seçici konumunda bulunmaktadır. Bu uygulama ile rektör seçimi vasıtasıyla üniversite yönetimi siyasi iktidarın etki alanına girmekte, bilimsel özerkliği anlayışı ortadan kaldırılmaktadır. Örneğin yakında yapılacak olan “Kocaeli Üniversitesi Rektörlük” seçim sonucu şimdiden tahmin edilmekte, adaylar tarafından ortaya konan projelerin ve “Sivil Toplum Kuruluşları” STK’ların bu seçimde bir önemi olmadığı bilinmektedir.
2001 krizini takip eden süreçte; yapısal reformlar kapsamında, kamunun akçalı işlerde yetki alanını daraltmak ve suistimalleri önlemek amacıyla, özerk “İhale Kurulu” oluşturulmuştur. AKP iktidarı süresince yapılan sayısız düzenlemeler sayesinde kurumun işlevselliği sonlandırılmış, etki alanını sınırlandırılmıştır. Bu sayede gerek özelleştirme ihalelerinde ve gerekse büyük yatırım projelerinde iktidarın belirleyici ve yönlendirici yönü ortaya çıkarılmış, tercihler şaibelere ve söylentilere açık hale getirilmiştir.
Sovyet blokunun dağılmasını takiben, küreselleşmenin hız kazanarak, dünyanın tek bloklu hale dönüşmesi, neoliberal politikaların ivme kazanması kırsaldan kente göçü hızlandırmış, bu dönüşümün etkisi ülkemizde de görülmüş, nüfus yoğunluğu kentler lehine değişmiştir. AKP kentsel dönüşüm pratiği çerçevesinde, ortaya çıkan fırsat ve imkanları, “Toplu Konut İdaresi” TOKİ kanalıyla değerlendirmiştir. Kamu denetimi dışında konumlandırılan, siyasetin açık etki alanına dönüştürülen, büyük yetkilerle donatılmış kurumun faaliyetleri açıklık ve şeffaflık ilkeleri doğrultusu dışında sürdürdüğünden, kapalı kutu halinde bulunan TOKİ’nin faaliyetlerini değerlendirmek imkanı bulunmamaktadır.
Seçim sistemi ve yüzde 10’luk seçim barajı antidemokratik bir uygulamanın en önemli göstergesi konumundadır. Seçim sistemi yüzde 40 civarında oy alan bir partinin yaklaşık yüzde 60 oranında bir milletvekili sayısına ulaşma ve mecliste çoğunluğu sağlama imkanını vermektedir. Bu durum temsilde adaleti ortadan kaldırmakta, yeni düşüncelerin gelişmesine engel olmakta, partiler arasında tekeleşmeyi sağlamaktadır.
2011 anayasa değişikliği sonucu yargıda yapılan düzenlemeler, üst üste alınan seçim başarılar ve askeri vesayetin sonlandırıldığı inancı , AKP’nin kendine olan güvenini pekiştirmiştir. Kuruluş aşamasında deklere edilen, “ Muhafazar-Demokrat” kimliğinden sıyrılarak, AB ile bütünleşme hedefini ıskalayarak, siyasal- islamcı kimliğini ve projesini ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucu olarak, ilk öğretim okullarında başörtü yasağını kaldırarak, içki yasağı uygulamalarını genişleterek dindar nesil yetiştirme gayretlerine ve toplum mühendisliği çabalarına ağırlık vermiştir.
Kamu kurumlarının denetimini içeren Yargıtay denetimlerinin raporlarının mecliste ele alınmasının engellenmesi, torba yasaları vasıtasıyla meclis denetiminden kaçınılması, AKP hükümetinin antidemokratik uygulamaların temel taşını oluşturmaktadır.
Hükümetin bakanları ve yakınlarına yönelik, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının engellenmesi, bu doğrultuda HSYK yasasında değişikliğe gidilmesi, İletişim ve MİT yasasında iktidar lehine düzenleme yapılması, hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşma sinyali olarak iç ve dış çevrelerde algılanmıştır.Aralık soruşturmaları ihale düzeni konusundaki uygulamaları ve rant kaygılarını net bir şekilde ortaya koymuş, tapeler kanalıyla, yandaş sermayeyi kayırma,kamu ve medya düzeni oluşturma kaygılarının somut örneklerini sergilenmiştir. Ortaya çıkan oluşumu paralel yapıya bağlama gayretleri iç ve dış kamuoyunu tatmin etmemiş, ülkemizin hukuk sistemimize olan güvene gölge düşürmüştür.
Çevre konusuna duyarsız kalınması, doğanın, su ve tabiat kaynaklarının hoyratça talan edilmesi, rant hesabına alet edilmesi geleceğimiz açısından risk doğurmuştur. Bu konuda özellikle gençler arasında oluşan ve Gezi olaylarında örneğinde ortaya çıkan toplumsal tepkileri kanalize etmekte başarısız olunmuş, süreç doğru okunmamış, dışsal yönlendirme iddiaları havada kalmıştır. Güvenlik birimlerinin orantısız güç kullanması ölümlere, dış çevrelerde itibar kaybına yol açmıştır.
Komşu devletlerle sıfır sorun ve stratejik derinlik uygulamaları başarısızlıkla sonlanmıştır. Suriye, Mısır ilişkileri hatalı politikalar sonucu kötüleşmiştir. Komşu ülkelerin iç ilişkilerine müdahil olma hevesi, mezhepsel bakış açısı bugünkü hazin sonucu doğurmuştur. Geçen günlerde, otomotiv ihracatçı bir firma yetkilisinin civarımızda mal satacak komşumuzun kalmadığı yolundaki sitemi, ortaya çıkan tablonun doğal bir yansımasıdır.
Kürt vatandaşlarımızla barışma söylemi ile yola çıkılarak, “Çözüm Süreci” sloganı altında yapılan girişimlerden henüz bir somut sonuç alınamamıştır. Bu sürecin daha ziyade petrol alım satımına dayalı ekonomik kaygılardan kaynaklandığı yolundaki şüpheler, Suriye’nin Kürt bölgesi Rojavada yaşananlardan sonra daha bir netlik kazanmıştır. Suriye’de savaşan muhalif gruplar içinde yer alan İŞİD’e dolaylı destek sağlandığı ve çözüm sürecinde aldatıldığı duygusu toplumsal tepkinin ortaya çıkmasına, içimizi kanatan ve hiçbir şekilde tasvip edilmeyecek olaylara, ölümlü sonuçlara neden olmuş, iç barış yara almıştır.
Alevi açılımı adı altında yapılan çalışmalardan somut bir sonuç elde edilememiştir. Cemevlerinin ibadethane olarak tanımlanması yolundaki haklı talepleri dikkate alınmamıştır. Din derslerinin zorunlu olamayacağı yolundaki AİHM kararının tanımayacağı sinyali verilmiştir. Bu tavrın, demokratik gelişmeye engel olacağı, iç huzur ve barışa hizmet etmeyeceği dikkate alınmamıştır.
AKP hükümetini giderek kamu denetiminden kaçınma gayreti, savurgan tutumu, hukuk ilkelerinin göz ardı etme anlayışı, bugünkü kaos ortamına neden olmuştur. Ekonomide kırılganlıklar giderek artmış, cari ve bütçe açığı, dış borç stoku tehlikeli boyutlara yükselmiştir. Ülke ekonomisi orta ve uzun vadede bir risk sorunu ile baş başa kalmıştır.
“Yeni Türkiye” ambalajı altında dayatılmak istenen düzeni deşifre etmek, sosyal hukuk devletini önceleyen, parlamenter sistemi ve kuvvetler ayırımı ilkelerini gözeten, çağdaş ve ileri demokrasi hedefini içselleştiren, hesap verebilir, şeffaf devlet anlayışını önceleyen, çevreye duyarlı, özgürlükçü, eşitlikçi ve adil bir düzen anlayışını içeren, toplumsal barışa katkı sağlayacak, “Yeni Anayasa” taahhüdü ile toplumu ikna edecek bir muhalefet anlayışının ortaya çıkmasını umut etmekte ve dilemekteyim.
Saygılarımla,