AKP iktidarınca gündeme taşınan ve ısrarla vurgulanan; “Yeni Türkiye” söyleminin kodlarının bilinmesinin, nasıl bir Türkiye hayalinin tasavvur edildiğinin,
Çözümlenmesinin ve bu doğrultuda tercihte bulunulmasının, geleceğimizin şekillendirilmesi açısından önem olduğunu düşünmekteyim.
AKP iktidarının ilk yıllarında; AB ile bütünleşme kararlılığı, “Helsinki” ilkeleri doğrultusunda bir dizi yasal düzenleme yapılmasına neden olmuştur. Benzer reform uygulamalarında, üyelik görüşmelerine başlama sürecinin devamında, bir yavaşlama gözlenmiş, bir isteksizliğin varlığı kendini hissettirmiştir.
2007 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde istenen sonucun alınması, 2010 yılında yapılan referandum sayesinde, yargıda güçlü konuma gelinmesi, 2011 genel seçimlerinde sağlanan başarı, vesayet rejimin sonlandırılmasına olan inanç, AKP tarafından; “Yeni Türkiye” inşası projesinin uygulanmasına vesile olmuştur.
Temsili bir demokrasinin ön şartı olan; % 10’luk yüksek seçim barajının yönetimde istikrar gerekçesiyle düşürülmemesi, “Siyasi Partiler” yasasını değiştirilmeyerek, parti içi demokrasinin hayata geçirilmemesi, 12 Eylül darbe anayasası ürünü olan MGK, YÖK gibi kurumlara dokunulmaması, nihayetinde çağdaş bir anayasa yapımında isteksiz kalınması, AKP’nin demokrasi anlayışının yetersizliğini ve eksikliğini ortaya koymuştur.
İnternet Yasası’nda kısıtlayıcı yönde yapılan düzenlemeler, HSYK’nın işleyişini yeniden tanzim eden değişiklikler, MİT yasasında ve nihayetinde halen mecliste görüşülmesi devam eden, “İç Güvenlik” yasa” tasarı ile yapılmak istenen düzenlemeler; demokratikleşme sürecine gölge düşürücü mahiyet taşımakta, bireysel temel hak ve hürriyetler, toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından sorunlu bir döneme girileceğinin işareti olmuştur.
Neoliberal ve uygulanan hatalı sanayi, tarım politikalar sonucu; kentlere göç hızlanmış, % 7o oranında bir nüfus kentlerde yaşar durumuna gelmiş, Marmara Bölgesi ve özellikle İstanbul’un, yoğun göçü taşıyamaz konuma gelmesine neden olmuştur. Bu oluşum, inşaat sektörüne yeni olanaklar sağlamış, devlet TOKİ ve bağlı kuruluşlar kanalıyla anılan sektörde başat ve sürükleyici rol üstlenmiş, rant ekonomisine zemin hazırlanmıştır.
AKP kendi doğal tabanı gördüğü kırsaldan göç eden veya çevreden merkeze taşınan kitleleri kentsel kimlik ve kültürle buluşturup, sentez oluşturma doğrultusunda bir çaba içinde olmamıştır. Kentsel dönüşüm projesi ve TOKİ kanalıyla imar aşamalarında ise, estetik kaygılar gözetilmediği gibi, kentin var olan değerleri yok sayılmıştır.
Örneğin; Beyoğlu yaylaştırma aşamasında; tarihi silueti bozacak düzeyde AVM inşası (Demirören AVM), nostaljik bir değer ifade eden Emek sinemasının yıkılması, AKM’nin halen atıl durumda bulunması, “ Gezi Parkı” düzenlenmesi aşamasında toplumsal tepkileri n dikkate alınmaması, STK’larla diyalog arayışına girilmemesi, aksine olayları güvenlik önlemleriyle sindirme gayretleri gerilime ve şiddete neden olmuştur.
Kalkınma hamlesi gerekçesine bağlanan; enerji üretim ihtiyacının, ülkemizin çeşitli yörelerinde, HES kanalıyla çözümleme uygulamaları aşamasında, çevreninin ve doğal dengenin tahribine duyarlılık gösterilmemiş, bu konuda ortaya çıkan yöresel tepkiler dikkate alınmamış, toplumsal gerilimin yükselmesine yol açılmıştır.
Uygulanan hatalı politikalar sonucu; 13 milyon insanımızın asgari ücretle çalışmasına, halkın % 62’sinin 1.200 liranın altında aylık gelirle yaşamasına, 46milyon 500 bin insanın sefalet içinde bulunmasına, 270 kalemden alınan dolaylı vergilerle, vergi yükünün sabit gelirli bireylerce taşınmasına, dolayısıyla gelir dağılımı adaletsizliğinin oluşumuna neden olunmuştur.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” veya “Komşu Ülkelerle Sıfır Sorun” ilkelerini uygulamakta başarısız olunmuş, Bölgesel aktör olma avantajı değerlendirilememiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakim olduğu topraklarda, “Orta Doğu, Balkanlar ve hatta Afrika” ülkelerinde lider olma ve yönlendirme ideali öncelenmiştir.
Bu ideli anlamak mümkün olmakla beraber; uygulama pratiğinde, laik, yüzü batıya dönük ve AB standartlarını benimsemiş bir örnekleme yerine, islamın bir mezhebinin tarafı gibi davranmak, fazlasıyla bölge devletlerinin iç işlerine müdahil olmak politikası, ülkemiz açısından sorun doğurmuş, bölgesel aktör olma tarihi fırsat kaçırılmıştır.
Ülkemizin önemli bir meselesi olan, barışçıl ve demokratik çerçevede çözüme kavuşturulması gereken, “Kürt Sorunu” konusunda; şeffaflık ilkesine uyulmaması, toplumun tüm dinamiklerinin sorunla ilgili kılınmaması nedeniyle, kamuoyunda çözüm konusunda ne gibi bir mesafe alındığı belirsizliği devam etmiş, AKP’nin son yıllarda ortaya koyduğu demokratik performansı, söz konusu sorunun, AKP iktidarınca çözümünün olanaklı olmadığı imajını yaratmıştır.
Üniter Devlet yapısı ilkesi çerçevesinde; uygulanmakta olan, demokratik parlamenter sistemi güçlendirici yönde, seçim ve partiler yasası değişikliği ile parti içi demokrasinin yerleştirilmesine ve geliştirilmesine çalışılması, ademimerkezi bir yönetim anlayışının benimsenerek, yerel yönetimlere yetki aktarımına tercihi yerine, ülkemize özgü başkanlık modeli hedeflenmiştir.
“Toplum Mühendisliği”ne soyunmadan, “Yeni Türkiye” gibi belirsiz kavramlara takılmadan; gençlerin gelecek ile ilgili hayal ve tasavvurlarını dikkate alan, onlara geniş bir özgürlük alanı yaratan, ileri demokrasi ilkelerini yaşam tarzı olarak benimseyen, laiklik paydası altında farklı etnik ve inançsal grupların kendilerini ifade ve var ettiği barışçıl bir birlikteliği oluşturacak, ekonomide adil ve dengeli bir kalkınma modelini ortaya koyabilecek bir oluşum ortaya çıkmasını, toplum kucaklamasını, umut vermesini dilemekteyim.
Bu ilkeler çerçevesinde; rejim açısından hayati seçimlere yöneldiğimiz bugünlerde radikal bir demokrasi, ekonomik ve sosyal program çerçevesinde CHP, HDP, ÖDP ve BHH arasında seçim ittifakı yapılmasının yerinde olacağı kanaatini taşımaktayım.
Saygılarımla,