Aynı hırkayı sırayla giyerdik, öğrencilik yıllarımızda.
Aynı hırkayı sırayla giyerdik, öğrencilik yıllarımızda. Kızlar bizleri birbirimize karıştırırdı. Ata bindirilmiş gelinleri olurdu filmlerin. Sağdıç olmak için sıraya girerdik, toprak damlı evlerin bacalarında. Kızlar, yiğit sevdalara yaslanmış delikanlılara yanardı. Bir sigaranın külüyle evler yanardı o zaman. Ülke yanmazdı.
Okuyacak kitaplarımız olurdu yaz tatillerinde. Hepimizde macera ruhu, hepimiz küçük kovboy. Geceleri başımızı otlara yaslar, gökteki yıldız tarlasını yere indirirdik. Ülkemize bağlılık yeminimiz vardı, yıldızlar şahitti. Öğretmen Okulunda tarım uygulama bahçesine diktiğimiz lahana bile kardeş payı. Bu kadar karanlık adam yoktu ülkemizde. Ülkemizin yedi bölgesi de bizim için en kutsal yerdi. Edirne, Ankara, Konya ne kadar yakınsa bize Erzurum, Kars, Hakkari de o kadar yakındı içimize.
Ayıcılar tef çalardı sokaklarda, ayıların burnunda demir halka. İnsanlara şimdiki gibi kolayca ayı denilmezdi. Elbette yalan vardı, ama halka bu kadar kolay yalan söylenmezdi. Kanımızı tutuştururdu haksızlık, kan kardeşi olurduk acıların. Anaların, bacıların gözlerinin içine bakardık,”Elimizden bir şey gelir mi ?” diye.
Babaların omuzlarında tank ağırlığı, bıyıklarını yerlerdi öfkelerinden, kimsenin hakkını yemezlerdi. Bir başkaydı o yılların yazıları. Ağustos böceklerinin sazları olduğunu sanırdık. Karıncaların kışın göbek attığını.
Ülkemizin yan yattığını gördükten sonradır, içimizdeki isyanların artması. İnsan insanın yurduydu, kurdu değil. Sevginin anayurdunda ihaneti doyurdular, yağmacıları, ihalecileri.
Birileri izin verdi, el verdi, geçit verdi. Yıldız tarlalarımıza hain tohumları ektiler. Ne ağaçlarımızı koruyabildik onlardan, ne çocuklarımızı, ne de insani değerlerimizi. Ülkemiz sanki birileri tarafından gizlice pazarlanıyor. Bir taraftan toprak satışı sürerken diğer yandan yer altı zenginliklerimiz birkaç tekelci sermayeye pazarlanıyor.
Artık her şey onlardan yana ne acı ki bağımsızlık savaşı vermiş bu güzelim ülkemize yazık ettiler.