Geçen gün Kültür Tepesi denilen yere gittim. Oraya akseden kültürü aradım ve sonunda buldum:
Halka açık alanın neredeyse tamamının taş kaplanması. Bunda şaşacak bir durum yok tabii!.. Bizim soyumuz-sopumuz, Selçuklular, Osmanlılar bahçelerini böyle tabak gibi taş kaplardı! Bu kültür bize onlardan kalmıştır!
Buranın bu şekle sokulmasına karar verenler ve bunu uygulatanlar, havanın açık olduğu yaz ortası bir gün heykel yolunda, yapay çağlayanın önünde yürürken ne kadar ısındığını merak edip orada döşenmiş taşların üstüne elinizi sürdünüz mü? Onların ne kadar ısınmış olduğunu hissettiniz mi? Gündüz ısınan bu taşların hava karadıktan sonra odunu tükenmiş bir fırın gibi dışarı sıcak verdiğini bilmiyor musunuz?
Ama kentsel ortamda bilmediğiniz önemli bir oluşum var: Yüzeysel Isı adası.
Havanın açık olduğu bir yaz günü, güneş, yolların yüzeyini ve binaların çatılarını ısıtır. Normal olarak bu yüzeylerde, güneşe doğrudan maruz kalındığından havaya göre sıcaklıkta çok büyük bir fazlalık oluşur. Bu “Yüzeysel Isı Adası” olayıdır.
Şimdi dikkat; güneş ışınlarına maruz bir metre karelik bir alan, eğer asfalt kaplı ise aynı alanın çimen olması durumundakinin tam 6 (altı) misli daha fazla enerjiyi bünyesinde tutmaktadır.
Kültür Tepesi denilen yerde sahanın çok büyük bir kısmını betonla kaplamak gereği nereden çıkıyor? Sıcak bir yaz günü orada dolaşın da göreyim sizi.
Şimdi rahatlıkla iddia ediyorum; bu alanın tamamını ağaçlandırıp toprağı görülecek şekilde çıplak halde bıraksaydınız çok daha faydalı bir iş yapmış olurdunuz. Çünkü çamur bile bundan, bu taştan daha hayırlıdır ve daha estetiktir.
Kültür tepesi denilen bu yerde bir şeye de güleceğim geldi. Kentte her gördüğü ağacın dallarını “Budama gerektir” diye olur/olmaz zamanda kestirenler acaba dikilen çınarların kök boğazından itibaren oluşan sürgünlerini taç yüksekliğine kadar neden budatmamışlar? Halbuki bu sürgünlerin, ağacın gelişimini azalttığından, mevsim gözetmeden kesilmeleri gerekir. Yoksa Isı Adası gibi bundan da mı haberiniz yoktu.