Benim üniversite yıllarımda bir profesörün, ilgili olduğu alanda bilgisi ulaşılmaz düzeydeydi.
Benim üniversite yıllarımda bir profesörün, ilgili olduğu alanda bilgisi ulaşılmaz düzeydeydi. Onun sahip olduğu, diyelim ki bir kova dolusu bilgisinden öğrencisinin edindiği bir bardak dolusu iş hayatında yeterli oluyordu. Artık durum böyle değil; son yıllarda bazı üniversitelerde kovanın yerini bardak, bardağın yerini kahve fincanı aldı.
Profesör olmak ne kadar kolaylaşmış! Bu yüzden kalite nasıl düşmüş! Demek ki üniversite kurmak, sadece gösterişli binalar dikmekle olmuyor.
Bazı üniversitelerde öyle döngü oluşmuş ki mesleki açıdan her konuda ortaya çıkan bilgi yetersizliğini gidermek artık mümkün değildir.
Bu konuda İ.Ü.Orman Fakültesi, 1969 yılı mezunu kişi olarak elbette kendi mesleğimle ilgili örneklerden hareket etmek durumundayım. İşte bir örnek: Yakın yıllarda bazı Orman Fakültelerinden mezun olmuş meslektaşlarımın, özellikle “Orman yetiştirme ve bakımı” konusundaki bilgi yetersizliğini gördükçe “acaba onlara hangi fakültede, hangi profesörün ders vermiş olduğunu” merak etmekten kendimi alamıyorum.
Ve… aklıma şöyle bir profesör (!) geliyor:
Hazırladığı metinlerde, örneğin “ya da” yazacağına “yada” yazmaktadır. Halbuki dünyanın her yerinde profesör olmanın ilk şartı ana dilini yeterli düzeyde bilmektir.
Yaptığı yayınlarda “Budama, odunsu bitkilerde gelişmeyi kuvvetlendirir” yazmaktadır. Demek istiyor ki ağacı ne kadar çok budarsan gelişmesi o derece artar. Halbuki budama, ağaç fotosentezle beslendiğinden gelişmeyi kuvvetlendirmez, aksine azaltır. Örnek vereyim; doğal ormanlarda bir ağaç tacının alt bölümünün, zaten süregelen ışık azlığına bağlı olarak doğal budanması (dallarının kendiliğinden kuruyup düşmesi) sonucu fotosentez kaybı çok düşüktür. Ama kentteki bir ağaçta, ışık alımının daha fazla olması sonucu bu bölümde yapılan budama hissedilir fotosentez, dolayısıyla gelişme kaybına neden olur.
İğne yapraklı ağaçlar ile yayvan yapraklı ağaçların budanmasını birbirinden nitelik ve yoğunluk açısından ayırmıyor. Halbuki iğne yapraklı ağaçların budamaya direnci çok düşüktür ve farklı uygulama gerektirirler.
Ağaçların budanma zamanı olarak sadece vejetasyon mevsiminin dışını belirtiyor. Halbuki ağaç yapraklanmaya başladığında ve kışa girerken bütün yapraklarını tamamen dökmeden budama yapılmaz. Bundan haberi olmadığı anlaşılıyor.
Kazdağları’nda altın madeni için göknar ormanları ortadan kaldırılırken, “Ne yapıyorsunuz ? Buradaki göknar endemik tür olarak dünyada yalnız burada var. Bunu yapamazsınız !” demiyor. Çünkü bilgisi yetersiz ve bilimsel alanının çıkar uğruna yerde sürünmesini kabulleniyor.
Bir alanın ağaçlandırması konu olduğunda tür seçimi konusunda yazdıkları ve söyledikleri benim başka mesleklerden arkadaşlarımın benden öğrendikleri bilgi düzeyinin altında. Bu yüzden Orman Genel Müdürlüğü Türkiye’nin her yerine Karacam tohumu gönderip “bunları boş yerlere dikin diye propaganda yaptığında. “Ne oluyor!.. Bir ağaç türü koskoca ülkenin her tarafı için nasıl uygun olabilir?” diye hiçbir itirazda bulunmuyor.
Ağaçlandırma konusundaki yazılarında, kullanılacak fidanların yetiştirileceği fidanlığın yeri konusunda tek kelime bile yoktur. Çünkü bunun önemini bilmiyor.
Bir araziyi ağaçlandırmak konu olduğunda, orada ve çok yakın çevresinde doğal olarak bulunanlar da dahil olmak üzere, özellikle küresel ısınmaya bağlı etkenlerden olumsuz etkilenen ve etkilenmesi beklenen ağaç türlerini kullanmama uyarısı aklının ucundan bile geçmiyor.
Ağaçlandırmalarda fakültenin daha ikinci sınıfında öğrendiğim gibi birden çok tür kullanılmasını savunuyor. Ama, ağaçlandırma alanında bu türlere uygun sahaların, onlara zarar verebilecek biyotik ve abiyotik unsurlara göre nasıl seçileceğinden tek kelime etmiyor. Çünkü bu konudan habersiz.
Böyle bir profesörün ülkenin bir yerlerinde yapılan ağaçlandırma çalışmalarında, danışmanlık yaptığını düşünün!. Yok…yok…vazgeçtim; düşünmeyin!..
Sakın bana böyle bir profesör! tanıyorum demeyin; kendimi camdan atarım. Çünkü bu bilimsel rezilliğe kesinlikle dayanamam.